16 Şubat 2008 Cumartesi

Eğitim Sisteminin Katledilmesi

Bence Cumhuriyet tarihinde bize karşı yapılmış en kapsamlı ve sinsi Psikolojik Harekat eğitim sistemimizin yavaş yavaş fakat planlı olarak yozlaştırılması ve katledilmesidir.

(Kurbağa’yı kaynar suya atarsanız can havliyle sıçrar ama suyu yavaş yavaş ısıtırsanız itirazsız durur, pişinceye kadar!!)

Sistematik olarak seneler içinde taze beyinler köreltilmiştir ve bugün gördüğümüz ezberci nesiller ortaya çıkarılmıştır.Bu durum Prof. Oktay Sinanoğlu tarafından bakın nasıl özetlenmiş :

1953 yılından başlayarak Türk okullarından pek çoğunda yabancı dille , özellikle Ingilizce olarak eğitim yapılır olmuştur. 1953’den önce yalnızca St.Joseph, Robert College gibi misyoner okullarında böyle bir eğitim uygulanıyordu. 1953’de Türk Eğitim Derneğinin gerçek bir milli eğitim amacıyla 1930’larda kurulmuş olan Yenişehir Lisesi (ki bende bu okuldan türkçe eğitim görerek 1953’te mezun oldum, O.S.) , Ingilizce ile eğitim yapan Ankara Kolejine dönüştürüldü.

Bu işi örgütleyen hoca olan Ingiliz Mr.Browning 20 yıl sonra Ingiltere Kraliçesinden madalya aldı. ( lise hocasına Kraliçe madalya veriyor, enteresan değimi!!)

Çünkü başlanan yabancı oyunu tuttu ve hızla Türkiye’de yayıldı. Öğrenmeye ilerlemeye büyük hevesi olan çocuklarımız, yabancı dil öğrensin diye aldatıldı. Halbuki kendi ana dilini bir kenara atıp orta okuldan itibaren dersleri yabancı dilde okumak hiçbir aklı başında ülkede yoktur.

Bunun için kendi dilini dosdoğru konuşamayan, gitgide yarı Türkçe yarı Ingilizce konuşup bununla böbürlenen nesiller yetiştirmeye hiç luzum yok.

Türkiye içerideki ve dışarıdaki düşmanları tarafından eşi görülmemiş bir oyuna getirilmiştir. Hiçbir zaman sömürge olmamış, büyük devletler kurmuş bir millete sömürge eğitimi aşılanmıştır. Bu böyle giderse Türk bilimi söyle dursun, ne Türk edebiyatı, şuuru, ne de Türk Milleti kalır.

Ama merak etmeyin buna dur diyecek yürekli ve haysiyetli insanlarımız çıkacaktır.

Ingilizlerin yediği benzer naneler sadece Türkiye’de değil mesela daha önce Irlanda’da ve Hindistan’da da sahneye konmuştur. (sonraki yazılarda anlatacağım)

Şimdi aranızdan “ e yani yabancı dil öğrenmeyelim mi? “ diyenler olacaktır. Artık dil öğrenme özel tekniklerle çok kısa zamanda yapılabilmektedir bunun için ömür boyu yabancı dilde eğitim gerekmez .

Sırf bu yüzden taze beyinleri iyi bilmediği bir lisanda öğrenim görmeye zorlanmak insafsızlıktır. Ayrıca okullarda iyi lisan öğretilse neyse , birkaç okul hariç doğru dürüst lisan öğretende yok, boşuna zaman, emek ve para kaybı. Çocukların körelmesi de cabası. Ayrıca dışarıdan gelen yabancı kitaplara ödenen fahiş fiyatlar ve harcan milyarlarca dolar. (o da başka bir yazı konusu)

Mesela ben çok zor bir lisan olan Almanca’yı 5 ayda sıfırdan iş konuşmaları yapabilecek duruma bu teknikler sayesinde geldim , (Dil konusunda çok kabiliyetsiz olan Amerikalı askerlere bile Monterey’deki dil okulunda Çince gibi çok zor bir lisanı çok yoğun kurslarla birkaç ayda öğretildiğini okumuştum)

Bu arada bazı konulara biraz daha açıklık getirmem gerektiğini anladım.

Yazdıklarımdan sakın yabancı dile karşı olduğum anlaşılmasın, ben olabildiği kadar çok insanımızın kendi dilinden başka dilleri konuşabilmesinin önemine inanırım , hele genç arkadaşlarımızın işlerinde yükselebilmeleri ve başarılı olmaları için 2 lisanı “gerektiği kadar” bilmelerinin öneminede inanırım.

Bugün gelişmiş Avrupa ülkelerine bakarsak hepsi eğitimlerini kendi dillerinde almaktadırlar ama çok iyi seviyede verilen yabancı dilleride aynı zamanda öğrenmektedirler, bu ikisinin karışımı hem ana dillerini iyi bilip hemde yabancı lisanları bilmelerine engel değildir. Iskandinav ülkeleri ve Hollanda buna iyi bir örnektir.

Yukarıda bahsettiğim “gerektiği kadar“ı biraz açayım. Dil öğrenmek dipsiz bir kuyudur ve ömür boyu öğrenmekle bitmez , onun için herkes kendine gerektiği lisanın gerektiği kadarını (not : sadece ingilizce değil , buna önümüzdeki yıllarda altın bilezik olacak Çince’yi ve öteki çok kullanılan lisanlarıda katmak lazım) ve en kısa zamanda öğrenmelidir. Mesela bir yönetici kendi branşındaki teknik terimleri bilirse, o memlekete gittiği zaman iş görüşmelerini yapabiliyorsa ve karşısındaki insanlarla onların dilinden yakınlık kurabiliyorsa onun için bu yabancı dil seviyesi yeterlidir. Bunun üstüne çıkmak istiyorsa kendi çabasıyla çıkabilir , ama zamanını ve kaynakları verimli kullanmak amacıyla tavsiye edilmez. Italya’ya Ispanya’ya gittiğiniz zaman yarısı turist dolu olan otellerde resepsiyon dışında lisan bilene rastlamazsınız çünki gerek yoktur ve kaynakların boşuna harcanmasını istemezler , garsonlar bile 3-5 kelime dışında Ingilizce bilmezler.

Bu söylediklerim için ise, o memleketlerdeki uzman okullarda alınacak 5-6 aylık çok yoğun bir eğitim yeterlidir. Yalnız bizde ve bilhassa Ingiltere’de çok miktarda olan ve günde 2-3 saatlik eğitimi 15-20 kişilik sınıflarda yapan uyduruk kurslardan bahsetmiyorum. Benim bahsettiğim kurslar en fazla 2-3 kişilik sınıflarda yapılır ve günde 8+ saat haftada 6 gündür ve çok yoğundur , akşam eve gittiğinizde yorgunluktan canınız çıkmıştır. (ve ucuz değildir)

Şimdi gelelim Ingilizlerin Irlanda’da yedikleri nanelere, tarihten ders almazsak başımıza örülen çorapları göremeyiz.

Ingilizler’in Irlanda’yı işgal ettikleri zamana gidelim (1600’ler). O zamanlarda Irlanda’nın Anglosaksonlar’dan çok daha eski bir dili ve kültürü vardır. Filozofları, Şairleri, hukuk sistemleri vardır, ve dilleri Gaelik’tir. (not: Güney Irlanda benim ziyaret etmekten çok zevk aldığım ve çok iyi dostlarımın olduğu bir yerdir , Gaelik konuştukları zaman vurgulamaları bana türkçenin unutulmuş bir dialekti gibi gelir, ama iki lisan arasında bir bağ varmı bilemiyorum)

O dönemde Irlanda’da Ozanlar çok önemliymiş, ve eğitim sistemini bu Ozanlar yönetirmiş. Ingilizlerin ilk yaptığı Ozanları yok etmek olmuş, ama görmüşlerki Irlanda’lılar hala kültürlerinden ve dillerinden vazgeçmiyor.

Ingilizleri almış bir düşünce, “başlarında valimiz var, sesini çıkaranın kellesi gidiyor ama hala bunlar Irlanda’lı olmaktan vazgeçmiyor ne yapacağız” demeye başlamışlar?

Bunun üzerine dönemin Ingiliz valisi 1890’da çıkardığı emirle ilk, orta, lise, üniversite dahil bütün okullarda eğitimin Ingilizce olmasını emretti.

Bu uygulamanın sonunda, başlangıçta halkın %90’ı Gaelik konuşurken iki nesil sonra bu oran %30’a düşer, bunun üzerine Irlandalı vatanseverler gizlice Gaelik kursları açarlar ve halkı eğitmeye başlarlar.

Mücadeleler sonunda 1921’de bağımsız Irlanda Cumhuriyeti kuruldu ve ilk yapılan iş resmi dilin tekrar Gaelik olması oldu. Fakat hala Ingilizlerin başlarına musallat ettiği bu beladan tam olarak kurtulamadılar. Aynı taktik Ingiltere tarafından Hindistan’da da uygulandı.

Irlanda tarihi hakkında daha fazla bilgi almak isteyenler http://www.irelandseye.com/aarticles/history/index.shtm sitesine bakabilirler

İbret alınması gerken bir örnek, şimdi bizde de Ingilizce eğitimin anaokullarına kadar sokulmaya çalışılmasında neler hedeflenebileceğine birde bu açıdan bakın.

Benzer bir örnek Fransızlar tarafından Cezayirde yapılanlardır. Benzer uygulamalar sonucu Cezayir’in okumuş sınıfı anadilleri olan Arapça’ya köylü lisanı olarak bakar , aşağılar ve aralarında Fransızca konuşurlar. Amaçlarıda biran evvel kapağı Paris’e atmaktır !!!

Not : Oktay Sinanoğlu 26 yaşında Yale Üniversitesinde Profesör olmuş , Time Dergisine haber olmuş , batının son 300 yıl içindeki en genç Profesörü unvanını almış , iki kere Nobel Kimya ödülüne aday gösterilmiş , Yale Üniversitesinde iki kürsüde hoca olan , çok değerli bir bilim adamımızdır. Ne yazıkki kitapları dışında fazla medyada göremezsiniz , çıkartmazlar işlerine gelmez , halbuki ondan öğrenilecek o kadar fazla şey varki , yazık.

Yardım Kurulu Elemanları ve Onların Torunları

Son günlerde Irak’taki haberleri izlerken kaçırılan rehineleri izlemişsinizdir. Ama bir bölümününde adı sivil görevliler olarak geçer. Ama kimdir bu insanlar , çok tehlikeli olan savaş bölgesinde çarpışmaların ortasında ne işleri vardır , fazla yazılıp çizilmez. Bu olaylar bana bir süre önce okuduğum bazı raporları hatırlattı.

Bir yıl önce Devletin üç önemli kurumu Genelkurmay, MİT ve Emniyet, Güneydoğu bölgesindeki yabancı ajanları, bu ajanların neler yaptığını, hangi ülkelerin istihbarat servisleri adına faaliyette bulunduklarını içeren bir rapor hazırladı.

Alınan bilgilere göre, çeşitli ülkelerin istihbarat servisleri adına çalıştıkları tespit edilen 13 ajan son aylarda sınır dışı edildi. Ayrıca 40 civarında ülkenin istihbarat servisleri adına çalışan ajanların, ABD, Rusya, İngiltere, Almanya, Yunanistan, İsrail, Mısır, Belçika, İsveç, Birleşik Arap Emirlikleri, İran ve Ermenistan’dan geldikleri tespit edilmiş. Yani bölge tam anlamıyla casus kaynıyor. Benzer tipler şu anda Kıbrıs’tada tam gaz faaliyetteler.


Bölgede, diplomat, arkeolog, gazeteci, din adamı gibi sahte kimliklerle faaliyet gösteren bu istihbarat servisi elemanları aslında bize hiç de yabancı değil. Değişik ülkelerin istihbarat servisleri adına çalıştıklarının tespit edilmesi üzerine sınır dışı edilen bu ajanlar, Kazım Karabekir Paşa’nın anılarında bahsettiği “yardım kurulu” elemanlarının torunlarıdırlar!!! ( yani modern lisanda NGO’lar )

Milli mücadele döneminde, ‘yardım kurulları’, bölgede insancıl amaçlarla bulunduğunu iddia eden birimlerdi.

Aslında bu kurullar, bölgede ayrılıkçı hareketi beslemekte ve yönetmekteydiler.

1914 yılında, bugünkü Türkiye Cumhuriyeti sınırlarında yalnızca Amerikan Misyonerler Kurulu örgütüne bağlı 174 misyonerlik vardı. Kurul 17 büyük misyonerlik merkezine ve 9 hastaneye sahipti. Kontrol ettiği 426 okulda 25.000 öğrenci vardı. ( Acaba bugün durum nasıl , bu sayılar nedir, bunlar kimlerdir, hangi maskeler altında çalışıyorlar, hangi okullara, üniversitelere sızdılar, kurulmasında finansman sağladılar, bilenler şöyle ucundan biraz açıklasada bizde öğrensek )

İşte böyle bir atmosferde, olayların içinde yaşayan Kazım Karabekir Paşa , Doğu İllerinde bulunan ‘yardım kurulları’ ile ilgili gözlemlerini şöyle anlatmıştı:

”Amerikan kurulları Tiflis, Gümrü, Erivan’da toplam 18,000 Ermeni çocuğu toplamışlar. Bunların bir kısmı Ermeni Hükümetinin programı ile eğitiliyor. Büyük bir kısmı protestan yapılmış. Bunlardan Kars’da 30 tane bulmuş, kurtarmıştım. Bizzat aklı erenler kaçıp bize haber vermişlerdi. Künyelerine ve aile soruşturmalarına göre, Amerikalıların onaylarıyla ailelerinden alınmıştı.

Amerikalıların yardımları müthiş, çocuklar çok iyi giydiriliyor ve besleniyordu. Dev kışlalar bunlara ayrılmış, kadınlı erkekli her türlü öğretmen, doktor ve bakıcı Amerikalılar, aralarında Ermeni öğretmenleri ve öteki personeli ile çalışıyordu. Müthiş bütçeleri vardı. Yazık ki Türk çocuklarına bakmıyorlar. “Tüzüğümüz elverişli değil” diyorlardı.

Hatta Kars’ da elimizde olan büyük ambarlardan bile bize bir şey vermek istemediler. Sonunda bizim çocukların gösteriler yaparak, ambarlardan zorla alacaklarını söylemeleri üzerine birkaç parçasını verdiler.”


Ancak doğruya doğru , Amerikan kurulları, her zaman insafsız davranmamıştır!!! 1918, 1919 ve 1920 yıllarında kırım ve zulümlerde rol oynayan birçok Ermeni çetecisi, Türk ordusunun Kars’a girmesi üzerine kaçamayınca bu yardım kurulları’na sığınmışlardı. Fakat Türklerden kırıma uğrayan binlerce kişi ise nedense bu yardımların dışında bırakılmıştı.

Karabekir Paşa, yardım kurulları müdürüne verdiği bir cevapta:

‘Yönetiminizde bulunan böyle bir kurulda bu türden cani ve katillerin sığınak bulması ne kadar şaşırtıcı ise, bunların son zamanlarda kurumlarınızın önemli Ermeni kişileri tarafından silahlı olarak kaçmalarına yardım etmeleri ve yol göstermeleri de o kadar dikkat çekicidir.’ diyerek tepkisini ortaya koymuştu.

Bu kurullar binlerce Ermeni çocuğu ailelerinden alarak yedirdi, içirdi. Öğretmenler, doktorlar, bakıcılar dev kışlalarda onlara hizmet ettiler. Verdikleri ayrılıkçı eğitimlerle Ermeni çocuklarda Türkiye’den kopma düşüncesini uyandırdılar. Ermeniler artık bulundukları duruma karşı etkin bir hoşnutsuzluk duyuyorlar, köylü Müslüman komşularına karşı keskin bir üstünlük duygusu besliyorlardı.

İşte değişik ülkelerin istihbarat servisleri adına çalıştıkları tespit edilen bu ajanlar, bugün de aynı amaçlarla, değişik maskeler ve sözde nedenlerle bölgededirler.

Bunlar Gazeteci, bürokrat, sivil toplum örgütü temsilcileri olarak karşımıza çıkarlar. PKK ve bölücü örğüt üyelerinin mahkemelerinde boy gösterirler , ama şehit askerlerimiz veya PKK tarafından katledilen vatandaşlarımız hakkında en ufak bir yorumda bulunmazlar.

Ne acıdırki bunlardan içimizde de bol miktarda bulunur, muteber insanlar olarak hergün ekranları doldurur.Dün olduğu gibi bugün de ayrılıkçı hareketi desteklerler ve yönlendirirler.

Çeşitli maskelerin arkasına gizlenerek ülkemiz aleyhinde faaliyette bulunan bu karanlık güçlere izin verilmeyeceği son sınır dışı edilme olayı ile anlaşılmıştır. İstihbarat servisleri adına çalıştıkları tespit edilen 13 ajanın sınır dışı edilmesi olayını böyle yorumlanması doğru olur.

Görüyorsunuz tarih her zaman tekerrür ediyor ve bunların taktikleride fazla değişmiyor , destekledikleri grupların isimleri zamana göre değişiklik gösterebiliyor ama niyetler herzaman aynı ve hiçbir zamanda değişmeyecek.


5kurt

Eroin ve Türkiye

‘’ Türkiye’ de eroin neden adından çok bahsedilen ve milli prestijimizi Batı nezdinde sarsan bir zarar verici madde? ‘’ sorusunu yanıtlamaya çalışacağız.

Eroin, I. Dünya Savaşı öncesinde Alman kimyagerlerin morfine dönüştürücü asit (asit anhidrit) katması ile elde edilen, tedavilerde morfinden daha etkili bir ağrı kesici ve morfin bağımlılarını tedavi edici ilaç elde etme ihtiyacının ürünüdür. Ancak yapılan denemelerde; bu yeni kimyevi maddenin deneklerde cesaret arttırdığı, acıya duyarsızlaştırdığı zannı ile kahraman kelimesinden hareketle Heroin olarak adlandırılmış diğer uyuşturucular gibi nörokimyasal bir maddedir. Eroin’ in temeli haşhaştan elde edilen afyonun, değişik kimyasal maddelerle etkileşimi ile elde edilen morfindir. Etkileşim değişik kimyasalların hammadde ile karıştırılması ile elde edilen tuzlardır. Bu tuzlar suda erir ancak baz morfin yani saf kristal morfin suda erimez.

Eroin 1898 yılında resmen tescillendi. Eroini geliştiren Alman bilim adamı aspirinin de mucididir. Morfin bağımlılığının artması üzerine 1800’ lerde morfin bağımlılığı ile mücadele bilimin ve bilimsel tacirlerin esas amacı haline gelmişti.

Eroin bugün neden bu kadar korkutucu ?

Çünkü bağımlılar diğer bağımlılık yaratan maddelerde (uyarıcı hap, esrar) kullanım aralıklarını kendi dilediği gibi ayarlayabilirken; eroinde bağımlının ihtiyacı ve madde eksikliğinde yaşadığı kriz aşırı ve korkutucu. Eroin bağımlısı uzun yıllar yaşayamıyor. Ölüm halinde genellikle aşırı dozda madde kullanımı tanısı konulsa da madde bir süre sonra kalbi durduruyor. Yani ölüm genellikle aşırı dozdan değil vücudun iflası yani kalbin, dolaşım sisteminin alınan maddeyi kaldıramamasından kaynaklanıyor.

Amaçsızlık, maddi veya manevi boşluk ve gelecek için hedefsizlik duygularının yarattığı kaçış ihtiyacı sebebi ile, çoğu ülkede olduğu gibi Türkiye’de de uyuşturucu kullanımı var. Temel uyuşturucu ise tam organik doğal uyuşturucu yani dişi hint keneviri yaprağının kurutulmuşu olan esrar maddesi. Eroin kullanımı Türkiye’ de neredeyse 100 yıldır var. Ancak 1970’ lerden itibaren uluslararası uyuşturucu organizasyonlarının kurulması ve güçlenmesi ile, eroin ve tehlikelerinden tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’ de de bahsedilmeye başlandı.

Eroin bağımlısının krizlerini Türk halkı daha çok Anadolu’ dan Görünüm veya Uğur Dündar’ ın haber programlarından gördü. Bu krizler son derece kötü; fakat eroinin de artık Türkiye’ de sabit bir kullanıcı yüzdesi var. Avrupa ile karşılaştırıldığında oldukça az gözükse de eroin, piyasaya uyarıcı hap (Extacy) girene kadar Türkiye’ nin iki numaralı en yaygın uyuşturucusuydu.

Diğer uyuşturuculardan farklı olarak eroinden dönüş çok zor. Uzun ve metadon denilen bir ilacın kullanıldığı pahalı bir tedavi gerektiriyor.

Türk eğitim ve devlet sisteminde sıkça, Türkiye’ nin bir geçiş yolu olduğu ve bu nedenle uyuşturucu sorunu olduğu vurgulanır. Bu tanımda doğruluk olmakla beraber Türkiye, eroin üretimi için elverişli bir ülkedir. Eroin üretimi, haşhaşın dönüştürülmesi şeklinde gerçekleşiyor. Bu dönüştürme için temel gereksinim ise asit anhidrit maddesi.

Bu maddenin Avrupa’ da üretilmesi (üreticiler dünyanın en büyük 3 kimyasal madde üreticisi) ve Türkiye’ ye ithalinin kolaylığı, Türk organize suçluluğu ve Avrupa bağlantısı eroin imalathanelerinin Türkiye’ deki mevcudiyetinin temel nedeni. Yoksa Türkiye’ deki iç pazar yani bağımlı yüzdesi böyle bir talep yaratacak kadar büyük değil. Eroin sahil kesiminde veya gelir seviyesinin yükseldiği ticaret veya sanayii kentlerinde yaygın. Özellikle turistik güney illerimizde, turistlerin eroin ihtiyaçlarının da taksiciler tarafından karşılandığı herkes tarafından biliniyor.

Esrar üretimi, pazarlanması ve kullanımı özel organizasyon gerektirmeyen bir madde iken; eroin daha organize bir yapı gerektiriyor. Bu nedenle eroin az bulunur ve dönüştürme maliyeti sebebi ile de pahalı bir madde. Esrar veya hap gibi doğrudan kullanılamıyor; enjektöre ihtiyaç var. Madde toz halinde doğrudan damara enjekte edilemiyor. Limon asidi ile sıvılaştırma ve ısıtma ile elde edilen tuzlar enjekte ediliyor. Asit anhidrit kimyasal yapısı sebebi ile aynı damar yolunun bir süre sonra deforme olmasına, yani kullanılamamasına neden oluyor.

Türkiye ve Asit Anhidrit

Türkiye’ deki tekstil üretimi aslen iplik, kumaş ve dolayısı ile giysi üretiminde kullanılan asit anhidrit maddesi talebini doğuruyor. Bu nedenle paravan tekstil şirketleri vasıtası ile asit anhidrit ithali mümkün. Ayrıca daha doğuda örneğin İran’ da bu suçun cezası idam (Buna karşılık eroin kullanımı İran’ da, Türkiye ile karşılaştırılınca oldukça yüksek).

İşte bu nedenlerle Türkiye’ de eroin kelimesi sıkça telaffuz edilen ve korkulan bir kavramı temsil ediyor. Türkiye diğer uyuşturucular gibi eroin ile mücadelede büyük çaba gösteriyor. Ancak burada bir çıkmaz var. Bu maddeye tekstil sanayinin ihtiyacı var. Asit anhidrit üreticisi için üretimi basit ve ucuz bir kimyasal. Bu maddeye başkaca yan maddeler katılarak içeriğinin değiştirilmesi ve afyon ile karıştırılınca artık eroin elde edilememesi mümkün.

Ancak bu yapılmıyor. Aynen Türkiye’ de son 5 yıla damgasını vuran tinerci veya balici olarak tabi edilen evsiz, sahipsiz, ailesiz veya ailesi tarafından dışlanmış gençlerin bu maddelerden kurtulması veya bu maddelere yönelmelerini önlemek için; üretimi çok kolay ve ucuz bali ve tinere tiksinti yaratıp, solunumun bu maddeleri reddedeceği ek kimyasal maddeler eklenmiyorsa, üreticiler asit anhidrit’ e de böyle eklemeler yapmıyorlar. Çünkü Almanya gibi asitanhidrit üreticilerinin bu işte muazzam karları söz konusu.

Uyuşturucu Savaşları ve Türkiye

Akla gelebilecek bir başka soru ise Türkiye’ de yaşanan düşük yoğunluklu çatışma ve narkotik savaş arasında bir bağ olup olmadığı.

Evet böyle bir bağ var. D.Y.Ç. bir ülkenin dinamiklerini, konvaksiyonel savaş olmadan baltalama amacı güden zayıflatma taktiği olup; bu taktik de yasa dışı tüm yapılar, o ülke aleyhine, o yapının bilgisi dışında veya bilgisi dahilinde desteklenir. Uyuşturucu, özellikle eroinin sağladığı ekonomik rant; tüm yasa dışı organizasyonların ilgisini çekmektedir.

Basit bir örnek vermek gerekirse Güney Doğu Anadolu’ da geçmişte yaşadığı deprem ve BEÇO ile ünlü ilçede bölücü örgüt genellikle hiçbir olay hatta hiçbir rahatsızlık yaşatmamış, faaliyetlerini en az seviyede yürütmüştür. Ancak Jandarma Genel Komutanlığı’ nın ilçe kırsalında eroin imalathanelerine yönelik baskın ve imha faaliyetlerinin artması ile bölgede ve komşu kırsal alanlarda T.S.K.’ ne ciddi derecede saldırılar başlamış, iç ve dıştan çeşitli basın mensupları ve siyasiler birden bire bu ilçe ile ilgilenmeye ve T.S.K.’ ne baskı yapmaya başlamışlardır.

Bir arkadaşımızın komutanı olduğu iç güvenlik timi, bir dağın zirvesi olarak gözüken alana ulaşmak için tırmanırken arada hava araçları ile zor tespit ve teşhis edilecek, birkaç voleybol sahası genişliğinde, dişi hint keneviri tarlası tespit etmişler ve alanı yakarak imha etmişlerdir. T.S.K.’ nin ulaştığı ve imha ettiği bu alanın ve daha pek çok alanın korumasının da örgüt tarafından yapıldığı Genel Kurmay Başkanlığı’ mız tarafından da dile getirilmektedir.

Türkiye, uydu teknolojisi ve insansız hava araçları edinmek için büyük gayret içindedir. Böylece zaten az olan uyuşturucu hammaddesi üretim alanlarının tespiti daha da kolaylaşacaktır. Türkiye’ nin esas sorunu sınırları içinde hammadde üretimi değil, sınırlarından hammadde girişini engellemek, iç ve dış uyuşturucu kartellerinin Türkiye içindeki para aklama faaliyetlerini engellemektir.

Güneyde bir liman kentimizi ziyaret ederseniz, kara paranın gücünü görebilirsiniz. Sadece uyuşturucudan değil, değişik yasa dışı faaliyetlerden edinilen kara para bu şirin sahil kentimizde, kentin ihtiyaçlarının ötesinde yüzlerce siteye ve binlerce konuta dönüştürülmüştür ancak bu konutlar hala boştur.

T.S.K., narkotik savaş ile de mücadele ettiğinin bilincindedir. Aynı bilince halkımızın ve onların seçtiği değerli siyasilerimizin de ulaşması dileği ile.


Strateji ve Taktik

Kürtler ve Mistaravim Timleri



Geçenlerde New Yorker dergisinde Israil ve Kürtler ile ilgili çok önemli bir iddia ortaya atılmıştı. Konuyla ilgili haberi kaleme alan Pulitzer ödüllü muhabir Seymour M. Hersh, Irak’taki Ebu Gureyb Cezaevi’nde yasanan iskence ve taciz skandalini ortaya çikaran isim olmasi açısından önem taşıyor.

Hersh’in haberine göre, Israilli ordu ve istihbarat yetkilileri, Iran, Irak ve Suriye’de Kürtler’in yogun olarak yasadigi bölgelerde Kürt pesmergelerden oluşan komando birlikleri yetistiriyor ve bunlari örtülü operasyonlarda kullaniyor. Israil, “Sii milislerin gücünü kirmak için, Kürt ordusunu güçlendirmeyi ve Iran’da bir üs olusturarak, bu ülkede bulundugundan süphelenilen nükleer tesisleri yakindan izlemeyi” amaçliyor.

Kürtlere bu eğitimleri Israil’in Mistaravim Timlerinin verdiğide yazıldı. Bende genel kültürümüz artsın diye bu timler hakkında size bilgi vermek istiyorum.

Mistaravim adı bu timlerin sadece lakaplarıdır. Esas adları “Sayaret Duvdevan” veya “Birim 217” dir. Mistaravim Ibranicede “Arap olmak” anlamında kullanılır. Yani tam anlamıyla ve halk arasında farkedilmeyecek kadar Araba’a benzemek. Amacı Israil’in işgal ettiği topraklarda kısa süreli sızmalarla suikast ve sabotaj faaliyetlerinde bulunmaktır.

Mistaravim timleri daha Israil devleti kurulmadan önce faaliyete geçmişti. Yahudilerin düzenli ordusu yokken (1936-1948) bile bu militan örgütler faaliyettelerdi. Israil devletinin kurulması ve düzenli ordunun faaliyete geçmesi ile bu gruplar dağıtıldı.

Fakat 1967′deki Altı Gün savaşından sonra işgal ettikleri topraklardaki direnişle başa çıkamayan Israil tekrar mistaravim timlerini canlandırdı. Bu timlerin amacı işgal bölgelerindeki Filistin liderlerini öldürmekti. Bu amaca ulaşıldıktan sonra timler yeniden dağıtıldı.

Not : Son zamanlarda Irak’ta Türkmen liderlere yapılan suikastlere birde bu gözle bakın.

1987′de Intifada hareketi ile Mistaravim timleri yeniden kuruldu ve Sayaret Duvdevan (Birim 217) adını aldı. Bugün Kuzey Irak’ta Kürtleri eğittikleri iddia edilen Grup bu gruptur. Tecrübeli subaylardan seçilir ve 15 ay çok sıkı bir eğitim alırlar. Eğitimleri arasında Arap dili ve gelenekleri , Arap giysileri , saç boyama kontaklens kullanma gibi beceriler sızma ve sabotaj eğitimi önemli rol alır. Ayrıca yakın Dövüş egitimi alırlar.

Not : Yakın dövüş tekniği olarak Krav Maga öğretilir. Bir süre önce bu konuyla ilgisiz olarak yurtdışındaki bir arkadaşımdan duymuştum ve bir kere okullarında antremanlarını izledim. Hakikaten çok etkin ve sokak savaşlarında çok faydalı olabilecek bir teknik. Türkiye’de birkaç kişiyle konuştum , duymamışlar bile. Bizim özel timlere öğretiliyormu bilmiyorum !!

Kullandıkları silahlar ise :

14.5 inch CAR15 , ayrıca yine birincil silah olarak Micro ve mini Uzi kullanılıyor.

Sig Sauer P226

Ayrıca her timde düşük kalibreli ve susturuculu bir silah vardır. Bu silahın amacı operasyon sırasında yerlerini belli edebilecek sokak köpeklerini öldürmektir.

Mauser SR86 ve Mauser SP66 SWS keskin nişancı tüfeği


Ayrıca bu timlerde çok sayıda Filistin sokaklarında görülen arabalardan bulunur. Bu arabaların dış görünüşleri eskidir ama kaportalarının altları yepyenidir ve özel yapılmış zulalarında operasyon silahlarını da saklarlar.

Bu timler operasyonlarını bağımsız olarak planlar ve gerçekleştirir. Görünüşleri nedeniyle sıklıkla Israil askerleriyle aralarında çatışma çıkmıştır ve çok sayıda kayıp verilmiştir.

Şimdi gelelim bizimle ilgili bölümlere. Mistaravim timleri Kürtleri şu anda Suriye ve Iran’da kullanmak üzere eğitsede , zaman içinde bu silahın Türkiye’ye dönmesi kaçınılmazdır. TSK’nın durumdan haberdar olduğu aşikar , fakat Politikacılar’ın tutumu belirsiz. Birkaç protesto haberleri çıktı fakat ciddiyetinden süpheliyim.

Yakın zamanda Türkiye’de Kürt Mistaravimlerinin izlerini taşıyan eylemleri görürsek hiç şaşırmayalım.


5kurt

Kemal Unakıtan’ın Fabrikalarımız için Söyledikleri..

Ne banka bırakacağız, ne fabrika, Ne de işletme. Liman da bırakmayacağız. Hepsini satacağız!”




Sümerbank için Söyledikleri

“Sümerbank tarihten siliniyor. Elinde bir şey kalmadığı için ismini de kaldırıyoruz.”



SEKA İÇİN SÖYLEDİĞİ

“Stratejik yer imiş.Ne stratejisi, önemli olan müşteri bulmak. Müşteri gece gelsin, pijamayla çıkarım karşılarına.Seviyorum bu işleri arkadaş.”




ŞEKER FABRİKALARI İÇİN SÖYLEDİĞİ

“Kar edeni de, zarar edeni de satacağız!”



TEKEL İÇİN SÖYLEDİĞİ

“Babalar gibi satarız!”



PETKİM İÇİN SÖYLEDİĞİ

“Ülkenin işgal altına girdiğini söylüyorlar.Gelsinler işgal etsinler!”




TÜPRAŞ İÇİN SÖYLEDİĞİ

“Parayı veren düdüğü çalar. TÜPRAŞ’ı Ruslara satar mısın,diyorlar.Satarım arkadaş”



TELEKOM İÇİN SÖYLEDİĞİ

Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım,20 bin Dolar veren herkese,TELEKOM’ a ait Bilgileri vereceklerini söyledi.
Burada utanç verici olan, bunu ima etmek için kullandığı cümle:
Binali Yıldırım; “20 bin dolar veren kızımızı görür” diyor.





LİMANLAR İÇİN SÖYLEDİKLERİ

“Ne banka bırakacağız, ne fabrika, Ne de işletme. Liman da bırakmayacağız.Hepsini satacağız!”



Kemal Unakıtan

Şirinyer NATO Karargahı yüz asker beş fahişe ve bir dönme ile emir ve görüşlerinize hazırdır.



TARAF (MAGAZİN) NATO’nun İzmir Şirinyer’deki karagahı Türk askerinini disiplinli ve sert görüntüsünü oldukça yumuşatan bir tablo çiziyor. Karagahta sadece Türk askerler değil dost ülkelerin görevlileri de bulunuyor. Böylelikle, bu birliğin çizdiği tablo dünyaya yansımış oluyor.

Terör sebebiyle Türkiye’deki bütün birlikler saldırılara karşı alarm altında. Bu tehdit ciddi hazırlıklar ve sıkı bir disiplini gerektiriyor. Bu gerçek bir yana, Türkiye’de yükselen anti Amerikancı söylemler ve aşırı dinci tehdit sebebiyle NATO tesisleri daha öncelikli bir hedef olmasına rağmen Şirinyer karargahı sahip olması gerken disiplin ve ciddiyetten çok uzaklarda görünüyorKısa bir süre önce karargahtaki bütün bilgi ve belgelerin deşifre edilmesi de disiplin zafiyetinin bir göstergesi olarak yorumlanmıştı. Yeni komutanın enkaz devraldığı edebiyatını yapsa da bir önceki dönemden fazlasının olduğu eksiğinin olmadığı konuşuluyor. Gizli bilgi ve belgelerin koğuşlara kadar sokulan fahişelerin ellerinde dolaştığını görenler var.Ekteki resimlere bakarak, burasının bir meyhane mi, kerhane mi, kumarhane mi, internet kafe mi yoksa bir askeri birlik mi olduğuna siz karar verin. Taraf Gazetesi olarak, magazin haberi eksiğimiz olduğu eleştirilerine cevap vermek için bu haberi yayınlamaya karar verdik. Koğuşlar ve askeri araçlardaki kadınları ya da dönmeleri, komutan masalarındaki rezillikleri, yemekhanelerdeki rakılı alemleri, silah ve mermilerle verilen samimi pozları yüzlercesinin içinden seçerken en seviyeli olanlarını seçtiğimizden emin olun. Talep edenlere diğerlerini de gönderebiliriz.Fahişeler dahil kimin girip kimin çıktığı belli olmayan, disiplinin esamesi okunmayan NATO karargahı, hedeflediği dünya güvenliğinden önce kendi güvenliğini sağlama alırsa çok daha gerçekçi bir adım atmış olacak.
ŞİRİNYER Hava Askeri Karargahı İçki Alemleri Dosyası

ŞİRİNYER Hava Askeri Karargahı Uyuşturucu Dosyası

http://www.youtube.com/watch?v=tZ-Aod6Ts6A

ŞİRİNYER Hava Askeri Karargahı Fuhuş Dosyası

http://www.youtube.com/watch?v=eyNrZobpTKY

ŞİRİNYER Hava Askeri Karargahı Disiplinsizlik Dosyası

http://www.youtube.com/watch?v=4sO2kDenUWQ

http://tarafgazetesi.wordpress.com/2008/01/09/sirinyer-nato-karargahi-yuz-asker-bes-fahise-ve-bir-donme-ile-emir-ve-goruslerinize-hazirdir-komutanim/

Recep Tayyip Erdoğan'ın Sözleri

  • Dünyada makamlar, mevkiler baki değildir.
  • Sermaye ırkçılığı yapıyorlar.
  • 10 Kasım'da yaygara kopartıldı. ( 14.11.1994 - Hürriyet)
  • Mayo reklamı şehvet sömürüsüdür. ( 06.03.1996 - Hürriyet)
  • İçki yasaklansın. ( 01.05.1996 - Hürriyet)

  • Türkiye'nin yapılacak çok işi var beyler, boşa kürek çekmek sevdasından kurtulamayanlar bunun bedelini ödeyeceklerdir. Buyursunlar boşa kürek çekmeye devam etsinler. ( 11.02.2004 - TBMM'de yaptığı Grup Konuşması)
  • Ben ülkemi pazarlamakla mükellefim.
  • Kürt sorunu hepimizin sorunudur. (Diyarbakır konuşması - 12 Ağustos 2005 - Sabah)
  • Kürt meselesi değil terör meselesi var. (5 Ocak 2007 - Sabah)
  • Siyasetin tek limanı ahlaktır.
  • Maaşım yetmediği için ticaret yapıyorum. 2004
  • Kıbrıs'taki Türk askeri Lübnan'daki Suriye varlığına benzer." 2005
  • Biz kaybedeceğiz onlar kazanacak, yok öyle şey. Onlar kaybedecek biz kazanacağız, o da adalet anlayışımıza ters. STV Haber 19:00 - 16.06.2006
  • Büyük Ortadoğu Projesi'nin eş başkanıyım...
  • Değiştim! (Seçimler öncesi) 2006 senesi bir röpörtajı : Asla değişmem!
  • Yapılabilecek tüm jestleri yaptık. Kopenhag kriterlerini yerine getirdik. Artık Avrupa'dan delikanlılık bekliyoruz.
  • Hayırsever bir işadamıdır, kendisine kefilim." (Birleşmiş Milletler tarafından El Kaide terör örgütünün finansörü olarak ilan edilen ve interpol tarafından aranılan Yasin El Kadı hakkında konuşurken)


  • İki fakülte mezunu bir hoca öldürülüyor, ailesine en ufak bir başsağlığı yok. Bunlar hassas konular. Temennimiz odur ki, bunlar objektif şekilde değerlendirilsin" (Fatih'deki radikal dinci İsmail Ağa Camii imamı, kendi cemaati üyesi Mustafa Erdal (linç edilerek öldürüldü) tarafından bıçakla öldürülen Bayram Ali Öztürk'den bahsederken) - Eylül 2006
  • Berhudar Ol" - Zırhlı aracın camının balyozla kırılmasından sonra - Ekim 2006
  • Bu ülkede başbakan ve cumhurbaşkanı olmadan ölmeyeceğim. - (Pınarhisar Cezaevi - 1999)
  • Çankaya'ya mı soracaktık? (Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde bir liman ve bir havaalanının Rumlara kullanımının Cumhurbaşkanı ve Türk Silahlı Kuvvetleri'nden gizli olarak teklif edilmesi üzerine) - Aralık 2006
  • Bu nedir bu, hayatında iki koyun gütmemiş olanlar, artık diyorlar ki; erken seçim. Arkadaş, demokraside, bu iktidarın vereceği bir karardır. İktidarın böyle bir derdi yokken, size ne yahu! (Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer başta olmak üzere tüm muhalefet partilerinin erken seçim talebi üzerine) - Aralık 2006
  • 'Cumhuriyeti biz kurduk!" Sevsinler seni, nasıl da kuruyorsun! - ardından - CHP çok partili dönemde asla tek başına iktidar olmamıştır, asıl CHP iktidar olduğu zaman kadrolaşmasının en büyüğünü, en kaşarlısını yapmıştır!!! (Seçim hazırlığına giren AKP) - Ocak 2007
  • Türkiye bir göçebe kabilesi değildir.(27-02-2007 TBMM Grup Toplantısı)
  • Ali çağır şu sahtekarı derdi neymiş sor

Berlinde 800 bin Holdingzedenin 30 Milyar €'larını dolandıran islami Holdingler meselesini anlatan ve Holdingzedelerin artık intihar ettiklerini söyleyen ve bu dolandırıcılardan birisinin de başbakanın arkadaşı olan Halil Demirkaya olduğunu söyleyen Avrupa Türkleri Dayanışma Derneği Başkanı Muhammet Demirci' yi kasderek,mikrofonun açık olduğunu unutarak Ali Babacan'a dönerek söyledikleri.

Askerlik hakkında

  • Askerlik yan gelip yatma yeri değildir! ( Artık şehit cenazesi istemiyoruz diyen şehit ailesine (04.09.2006)
  • Ertesi gün : Askerlik turistik bir yer değildir demek istemiştim... (05.09.2006)
  • "Bunları mı dinleyeceğim ben" (Bahçeşehir Üniversitesi mezunu ve Amerika Birleşik Devletleri'nde Ohio Kent State Üniversitesi'nde master yapmış; PKK ile savaşırken şehit olan Asteğmen Zeki Burak Okay'ın "devlete hakkımı helal etmiyorum" diyen evlat acısı çeken annesine) - Eylül 2006

Laiklik, Din, Türban hakkında

  • Ben meclis'in dua ile açılmasından yanayım. ( 8.1.1996 - Milliyet)
  • Elhamdülillah şeriatçıyız. 1994
  • Ben İstanbul'un imamıyım. 1995
  • İmamlar da nikah kıysın. 1995
  • Cumhurbaşkanının imam hatipli olacağı günler yakındır" 1996
  • Laik değilim, laikliği korumakla yükümlüyüm .2005
  • Mahkemenin türbanla ilgili söz söyleme hakkı yoktur. Söz söyleme hakkı din ulemasınındır. 2005
  • Tutturmuslar laiklik elden gidiyor diye. Yahu millet istedikten sonra laiklik tabii elden gidecek !
  • "Bize göre demokrasi amaç değil, ancak bir araçtır. Hangi sisteme gitmek istiyorsanız, bu düzenlerin seçiminde bir araçtır. Türkiye, kendisine din olarak Kemalizmi almış, başka hiçbir dine hayat hakkı tanımayarak kitlelere zorla dikte ettirmiştir. Oysa en üst belirleyici İslam'ın ilkeleridir. Her şey ona göre belirlenir." - İkinci Cumhuriyet Tartışmaları kitabındaki söyleşisinden.

Terör hakkında

  • "Din" teröre sıfat olamaz.
  • Sen önce PKK'yı terör örgütü ilan et sonra konuşalım. Canilere "şehidimiz" diyeceksin sonra bu ülkenin Başbakanından randevu bekleyeceksin. Yok böyle şey. ( 05.04.2006 - Türkiye Gazetesi)

Atatürk ve Cumhuriyet hakkında

  • Ata'ya saygı duruşunda sap gibi ayakta durmaya gerek yok. 1994
  • Bayram değil seyran değil 2005 (Cumhurbaşkanı'nın 29 Ekim Cumhuriyet bayramı resepsiyonuna rektörleri çağırması nedeniyle).
  • "Türkiye'nin yarınında artık Kemalizme ve Kemalizm benzeri rejimlere yer yoktur. Kemalizmin yeniden kendini üretmesi söz konusu değildir. Bizim için en üst belirleyici, İslam'ın ilkeleridir. Her şey ona göre belirlenir. Ben İslam'ın devlet planı içinde düşünüyorum."
  • 'Cumhuriyeti biz kurduk!" Sevsinler seni, nasıl da kuruyorsun! - ardından - CHP çok partili dönemde asla tek başına iktidar olmamıştır, asıl CHP iktidar olduğu zaman kadrolaşmasının en büyüğünü, en kaşarlısını yapmıştır!!!
  • HER ŞEY TÜRKİYE İÇİN....2001

Halka karşı konuşurken

  • Lan bana anayasayı öğretme! 11.02.2006
  • Ananı da al git buradan! 11.02.2006

Vatandaş: Anamızı ağlattınız be. Aşk olsun size aşk olsun. Tarım Bakanı Anayasa'yı ihlal ediyor. Yetmedi mi be? Hangi yüzle geldin buraya?
Başbakan: Bırakın yanıma gelsin. Derdini bana anlatsın.
Vatandaş: Geliyorum... Yetti artık ya! Öldük, bittik sayın başbakan... Devletimin Başbakanı...
Başbakan: Terbiyesizlik yapma!
Vatandaş: Terbiyesizlik yapmıyorum. Lütfen hakaret etmeyin.
Başbakan: Böyle bağırılmaz ki! Artistlik yapma!
Vatandaş: Artistlik yapmıyorum, sanatçı değilim ben.
Başbakan: Artistlik yapma! İyi bir sanatçısın. İyi bir sanatçısın terbiyesizlik yapma!
Vatandaş: Tarım bakanımızın anayasayı ihlal ettiğini biliyor musunuz?
Başbakan: Lan bana anayasayı öğretme! Terbiyesizlik yapma!
Vatandaş: Lan mı???
Başbakan: Evet
Vatandaş: Lan mı??? Canın sağ olsun...
Başbakan: Şu anda çiftçiye ne verildiğinin farkında mısın?
Vatandaş: Ne zaman?
Başbakan: Şimdi.
Vatandaş: Benim mahsulüm öldükten sonra mı? 2 senedir anamız ağladı. Suya muhtaç olduk...
Başbakan: Hadi ananı al git buradan.



Vatandaş: Lan diye hitap etme. Ayıp be.

15 Şubat 2008 Cuma

Haşhaşi Geleneği

Feda savaşçıları, canlı bombalar, intihar saldırıları… Ölmeye ve öldürmeye koşullanmış insanların yarattığı terör fırtınası… Haşhaşi fedailerinin keşfettiği dehşet damarı, Amerika’da sivil uçaklarla gerçekleştirilen “intihar saldırısıyla” doruk noktasına ulaştı.

Bu kez derviş kılığındaydı fedailer. Musul Ulucamii’nde kimsenin kuşkusunu uyandırmadan, bir köşede cuma namazını kılıyorlardı. Musul ve Halep’in Türk Emiri El Porsuki de namaz kılanlar arasındaydı. Etrafı tepeden tırnağa silahlı adamlarla çevriliydi. Ne bir kılıcın, ne de bıçağın delebileceği örme bir zırh giyiyordu. Ama bunlar işe yaramadı. Derviş kılığındaki fedailer, zehirli bir bıçak ile emirin boğazını kestiler.

İsteseler camideki panikten yararlanıp kaçabilirlerdi ama buna yeltenmediler bile. Sanki namazdan kalkmış gibi sakin, mutlu ve sevinç içinde ölümü karşıladılar. Emirin muhafızları onları oracıkta parçaladı. Haşhaşilerin dehşet uyandıran bu cinayeti ne ilk, ne de sondu.

Örgütün İslam dünyasını altüst eden ilk eylemi 1092′de gerçekleşmişti. Hedef, adıyla bile Selçuklu İmparatorluğu’nu simgeleyen 75 yaşındaki vezirdi: Nizamülmülk, yani devletin düzeni”. Yıllardır fedailerin hedef aldığı hiç kimse, onların elinden kurtulmayı başaramamıştı. Sultanlar, halifeler, vezirler, emirler, komutanlar bıçak darbeleri altında can vermişti. Fedailerin en zor cinayetleri işlemekle kalmayıp, soğukkanlılıkla ölümü beklemeleri, o çağ insanlarının kanını donduruyor, cinayetin yarattığı dehşet duygusunu katbekat artırıyordu.

Ancak “haşhaş” içenler bunu yapabilir diye düşünülüyordu. Onlara Haşhaşi denmesinin nedeni buydu. Yapılan bir tür intihar eylemiydi çünkü. Bu eylemlerden dolayı da “bütün zamanların en korkunç tarikatı” olarak bilindi. Batı dillerindeki “assassin” (katil), “assassination” (suikast) sözcükleri de işte bu Haşhaşilerden kaldı. Bu örgütün kurucusu ve büyük üstadı Hasan Sabbah’tı: Hem halifeliğe, hem de o sıralar İran’ın yanı sıra tüm İslam dünyasının hâkimi ve Sünni İslam’ın koruyucusu Selçuklu Türklerine karşı savaş açan bir Şii önderi…

Onun düşmanları üzerinde dehşet yaratmak üzere tercih ettiği silah suikasttı. Ama suikastı o icat etmemişti. Dünyanın tanıdığı, bildiği bir şeydi. Eski Mısır’dan Roma’ya, Çin’den Bizans’a pek çok örneği vardı. Taht kavgalarının, iktidar çekişmelerinin olduğu her yerde, suikasta da yer vardı.

Ne var ki, Hasan’ın kullandığı suikast tarzı, hazırlık, hedef, yöntem ve yarattığı etki bakımından farklıydı. Tarihte belki de ilk kez, bir merkezden yönlendirilen bir örgüt, terörü bir dehşet makinesi olarak kullanıyordu. Etkinliği, hiyerarşisi ve disiplin anlayışı bakımından, bir tarikattan çok dinsel/siyasal bir örgüttü bu.

Müritler de derviş ya da derviş adayları değil, profesyonel suikastçı idi ve onlara fedailer (dai: davetçi, misyoner) deniliyordu. Eğitim düzeylerine, güvenirliklerine ve cesaretlerine göre çıraktan “üstadı azama” kadar derecelere ayrılmışlardı. Her biri, büyük üstat Hasan Sabbah’ın bizzat belirlediği tekniklerle yoğun bir ruhsal ve bedensel eğitimden geçiyordu.

Gerçekleştirilecek cinayet, hem düşmanları, hem de halk üzerinde dehşet, korku ve hatta hayranlık uyandıracak nitelikte olmalıydı. Darbe öldürülecek kişiyle birlikte, onun temsil ettiği değerlere ve halkın duygularına yönelmeliydi. O yüzden, hedef belirlenirken, intikam duygusundan daha çok, mitsel tarafı ele alınıyordu.

Ama bu amaç sadece hedefin niteliğiyle sağlanamazdı, buna uygun yöntem de geliştirilmeliydi. Buna göre, fedailer tek tek ya da ikili üçlü gruplar halinde görevlendiriliyor; tüccar, derviş, dilenci kılığına giren bu kişiler cinayetin işleneceği kente gönderiliyordu. Eylem gününe kadar, kentte herhangi bir olaya karışmamaya ve kuşku çekmemeye büyük özen gösteren fedailer, kurbanlarını izliyor, yaşadıkları yerleri, alışkanlıklarını belliyor ve büyük bir sabırla eylem anını bekliyorlardı.

Tüm bu hazırlıklar inanılmaz bir gizlilik içinde yürütülüyordu. Ancak, icraatın, hazırlıktaki gizliliğin tersine açıkta, halkın gözü önünde gerçekleştirilmesi gerekiyordu. Cinayet yeri genellikle kentin en büyük camisi, tercih edilen gün de cumaydı.

Sanki suikast yapmıyor, cuma namazı için toplanan kalabalığa asla unutamayacakları bir gösteri sunuyorlardı. Hedefteki kişi ne denli korunursa korunsun, bir yolunu bulup üzerine çullanıyor ve bıçak darbeleriyle öldürüyorlardı. Bazıları bıçağı bırakıp kalabalığa söylev çekiyor, bazıları da, soğukkanlılıkla muhafızların gelip kendisini parçalamasını bekliyordu. Neden? Çünkü Hasan Sabbah, nasıl keşfetti bilinmez, etkili bir eylemin sadece can almak, bir hasımdan kurtulmak değil, korku ve dehşet yaratmak olduğunu biliyordu.

O yüzden de onun fedaileri sadece cinayet işlemiyor, aynı zamanda kendilerini de feda ediyorlardı. Amerikalı yönetmen Coppola’nın ünlü filmi “Baba”da bir feda sahnesi vardı. Kumarhane işletmek üzere Küba’ya giden Amerikalı mafya önderi, bir militanın kendisini polislerle birlikte havaya uçurmasına tanık oluyor ve derhal “yatırım” yapmaktan vazgeçiyordu.

Ona göre, eğer insanlar davaları uğruna kendilerini parçalayabiliyorsa, orada tutunma şansı yok demekti. Hasan Sabbah’tan bu yana bin yıl geçmişti ve insanlar inançları ya da politik mücadeleleri uğruna kendilerini feda etmeye devam ediyorlardı.

Bütün halkların tarihi, kendisini ülkesi, vatanı, inançları uğruna feda eden ve pek çoğu kahramanlar listesinde yer alan insanlarla doludur. Bu yönüyle feda, dehşet verici bir eylem değil, onur duyulan bir davranış olarak algılanıyordu. Düşmana yakalanmaktansa intihar edenler, teslim olmaktansa ölmeyi göze alanlar; örneğin 2. Dünya Savaşı’nın Japon kamikazeleri övgü ve hayranlıkla anılıyordu.

Ancak modern zamanların terör örgütleri, aynen Hasan Sabbah’ın yaptığı gibi, “kendini feda etme”nin ardında yatan dehşet damarını keşfetmekte gecikmedi ve militanlarına “feda savaşçılarını” örnek göstermeye başladı. Bu çılgınlığın bir kez denenmesi yeterliydi ve hangi ülkede yapılırsa yapılsın tüm dünyaya yayılması kaçınılmazdı.

Nitekim öyle oldu; silahlı baskınlara, uçak kaçırmalara, suikastlara, barikat savaşlarına, bombalamalara tanık olan 20. yüzyıl insanlığı, her intihar saldırısında daha çok sarsıldı. Tüm dünyada 270 intihar saldırısında (bunun 18′i Türkiye’de gerçekleşti) binlerce kişi can verdi.


Kemal Tayfur / Atlas Dergisi

Türkiye Nükleer Silahlara Sahip Olmalıdır

Amerika’ nın Irak’ ı işgali ve tüm dünyada artan terör dalgasının ardından; gelecek yirmi yıla çatışmaların hakim olacağı şüphe götürmez bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır. Hatta ve hatta yaşlı dünyamızın bir anda Hıristiyan – Müslüman çatışmasının ortasında kalmasından korkulmaktadır. Zira İslam’ ın kutsal şehirlerinin teröre misilleme olarak bombalanması önerisi dahi yabancı medyada yer bulmaktadır.

Dünyada güçlü ve etkin bir müslüman devletin olmayışı, küresel anlamda İslamiyeti sahipsiz bırakmakta ve Müslümanları kimi zaman içine düştükleri umutsuzluk kıskacı içinde intihar saldırılarına dahi sürüklemektedir. Maalesef İslam Dünyası tam bir bölünmüşlük içine düşmüştür.

Dünyadaki tek Yahudi Devleti İsrail, varlığını son kırk yıldır Kitle İmha Silahları ile garantiye almıştır. Geçmişte Arap – İsrail çatışmalarında ortada kesin bir gerçek vardı; belki İsrail Devleti topyekun Arap saldırıları karşısında ebediyen dünya üzerinden yok olabilirdi. Ama kendisiyle birlikte en az bir düzine Arap ülkesini de beraberinde götürürdü. Bu saptama şimdi de bir gerçektir. Bu gerçek İsrail’ in büyük güçlerin politik arenada kendisine karşı oynayabilecekleri oyunlara karşı da alınmış en iyi önlemdir.

Ülkemize dönecek olursak; Ordumuz, özellikle son yirmi yıla damgasını vuran gayrinizami harp koşulları da dikkate alındığında, olağanüstü güçlü bir eğitime ve etkinliğe sahiptir. Ancak bu bahsedilen etkinliğin siyasetçilerimizce dış politika alanında yeterince iyi kullanıldığını söyleyemeyiz. Türkiye halen kendi gücünün farkında olmayan bir dev gibidir.

Milli olmayan çözümler her alanda bizi geriye götürmektedir. Dünyada paraya egemen olan büyük sermayedarlar için Türkiye’ ye borç vermekten daha ballı bir yatırım yoktur. Sıcak para tartışmaları ile kamuoyu bilgisine de sunulan rakamlar incelendiğinde, milletin sırtından yurtdışındaki zenginliklere zenginlik akıttığımız kolayca görülecektir. Az önce bahsedilen güçlerle yabancı istihbarat servislerinin işbirliği sonucunda ülke sürekli olarak hemen her on yılda bir krize sürüklenmekte; sonra da IMF anlaşmaları ile borç verilmesi sağlanmaktadır. Tabii bunda tüm suçu yabancılara atmakta doğru değildir; içimizdeki işbirlikçi hainler ile ülkeyi doğru düzgün yönetemeyen siyasetçilerimizi de atlamamak gerekir. Sonuçta ekonomik krizlerle uğraşan ülke; dış politikada etkin rol alamamakta, askeri caydırıcılığını da gerektiği şekilde kullanamamaktadır.

Ayrıca ABD, Rusya vb büyük güçler karşısında Ordumuzun caydırıcılığının etkili olabilmesi için, olmazsa olmaz tek şart vardır. O da Kitle İmha Silahları’ na ve onları çok uzun menzillere taşıyabilecek füze sistemlerine sahip olmaktır. Örneğin Irak, ABD’ yi vurabilecek uzun menzilli füzelere ve nükleer başlıklara sahip olsaydı, işgali bu kadar kolay olmazdı. Veyahut Türkiye’ nin elinde benzeri sistemler Apo Krizi sırasında olsaydı, bölücübaşına hiçbir ülke ev sahipliği yapmaya kolay kolay cesaret edemezdi.

Kitle İmha Silahları’ nın caydırıcılığı sayesinde Soğuk Savaş Dönemi’ nde dünya bir dengeye oturmuştu ve sıcak çatışmaların yayılması zoraki olarak engellenmişti. Bu getirilerin sağladığı imkanlardan yararlanmak isteyen Saddam rejimi, tarihin tozlu sayfaları arasına karıştı. Ancak komşusu İran, bu yolda emin adımlarla ilerliyor. ABD ve İsrail’ in sürekli tehdidi altındaki ülkenin bir çıkış yolu araması haklı görülebilir. Fakat bölgedeki denge ve İran’ ın devrim ihracı politikası da düşünüldüğünde, Kitle İmha Silahları’ na sahip olması ülkemiz menfaatleri açısından da sakıncalıdır.

Türkiye’ nin sahip olduğu teknolojik seviye ile kolayca kimyasal ve biyolojik silahlar üretebileceği açıktır. Ancak nükleer silahlar söz konusu olunca, daha kat edilmesi gereken çok yol olduğu görülmektedir. Uranyum zenginleştirme teknolojisi konusunda zaman geçirilmeden evrenkentlerimizde ar-ge çalışmalarında başlanmalıdır.

Ülkemizin geçmiş yıllarda bazı ortak çalışmalar ile, orta menzilli füze teknolojisine sahip olduğu bilinen bir olgudur. Ama bu yetmez, uzun menzilli füze teknolojisine kendi uydularımızı yörüngeye oturtabilmek için de ihtiyacımız var.

Metal Fırtına tartışmalarının gündemde yoğun yer kapladığı bir dönemde; ABD’ ye silah teknolojisi anlamında da boynumuzdan bağlı olduğumuzu belirtmiştik. Bu görüşümüz üzerine, pek çok tepki aldık. Halbuki en azından mühimmatlarımızı kendimiz üretmeden süper güçle çatışmamız, kayıplarımızın bir hayli olmasına neden olacaktır.

Ancak nükleer güce sahip bir Türkiye, ABD karşısında da ayakları daha sağlam yere basacaktır. Uzun menzilli stratejik nükleer silaha sahip olunmasa bile, kısa menzilli silahlara monteli taktik nükleer silahlar dahi Türk Ordusu’ nun gücüne çok şey katacaktır. O zaman askerinizin başına, bir grup kanıbozuk işbirlikçi ile birlikte, kolay kolay çuval geçiremezler. Veyahut tatbikat esnasında yanlışlıkla (!) geminizi vuramazlar.

Yunanistan da ikide birde dünya kamuoyunda vaveyla çıkarıp yapay krizlerle başınızı ağrıtamaz. Çünkü bilir ki büyük güçlerin araya girmesi ile, geri adım atacak bir Türkiye yoktur karşısında.

En önemlisi ise, ülkedeki bölücü terörü destekleyen sözde Avrupalı dostlarımıza karşı gösterebileceğimiz keskin dişlerimiz olur. Şimdi adamlar Hıristiyan Haçlı mantığı ile Türkiye bölünsün de ne olursa olsun anlayışı içindeler. O zaman nükleer gücün korkusu ile kendi dertlerine de düşeceklerdir. Tarih bize tek bir şeyi göstermiştir; Doğuluların aksine Batılılar, korkmadıkları hiçbir şeye saygı göstermemektedirler.

Strateji ve Taktik

Vicdani Ret

Avrupa Birliği sevdası daha başında iken toplumumuzun genel değerlerine uymayan, doğamıza ters uygulamaların zorla bize kabul ettirileceğine dikkat çekmiştik. Bunlar bir bir gerçekleşiyor; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı gereğince iş başındaki Hükümet Vicdani Retçilerin ülke vatandaşlığından çıkarılması kuralını değiştirmek istiyor. Artık kimse zorunlu askerlik hizmetini yerine getirmek zorunda kalmayacak. Vicdani Retçiler için başka yükümlülükler içeren düzenlemelerin yapılması bekleniyor.

Bu ve benzeri düzenlemeler, etrafı medeni, gelişmiş ve barışçı ülkelerle çevrili Avrupa devletleri için uygun bir çözüm oluşturabilir. Örneğin Belçika veya Hollanda' nın bulunduğu coğrafyada, yakın savaş tehlikesi bulunmamaktadır. Her biri refah içinde yüzen, zengin devletlerdir ve savaşmak için herhangi bir nedenleri de bulunmamaktadır. Oysaki ülkemizin komşularından Ermenistan, hala toprak bütünlüğümüzü kabul etmemekte ve bizden toprak talebi bulunmaktadır, Suriye keza aynı. İran' ın ne olacağı meçhul; Yunanistan ise ezeli düşman. Ayrıca Irak gibi iç savaşa doğru hızla sürüklenen bir komşumuz da mevcut.

Amaç bellidir; ülkede milli birlik duygusunu yok etmek, özellikle gençleri askerlikten soğutmak. Eğer bu yasa planlandığı gibi Meclis' ten geçerse ülkenin bölünmesi anlamında bugüne kadar atılmış adımların en kötüsü olacaktır. Aydın geçinen ve boyalı basının sütunlarını dolduran Batı Muhiplerinin pek hoşuna gitti bu düzenleme. Mal bulmuş mağribi gibi sevindiler; zira kendilerinin askere ve askerliğe karşı solcu geçmişlerinden doğan kuyruk acısı vardır.

Bizim toplumumuzda askerlik oldukça kutsal bir görevdir ve toplum hayatının tümünde etkilerini gösterir. Örneğin bizde askerliğini yapmamış erkeklere kız vermezler, askerlik hizmetini yerine getirmiş olmak işe alınırken dahi öncelik sebebidir vs. Yabancıların bizde hazmedemediği şeylerden birisi de, yıllardan beri Güneydoğu ve Kuzey Irak Dağları' nda Vatan, Millet, ALLAH diyerek gözümüzü kırpmadan ölüme atılmamızdır. Bunu bir türlü anlayamamakta ve korkmaktadırlar. Eğitilmiş savaş gücü ile Türkiye, Batı' nın tüm yüzsüz taleplerine karşı onurlu şekilde durabilecek yeterliliktedir. Ancak istenen kendi içinde sürekli didişen, maneviyatı zayıf bir millet.

Bu milletin en büyük Türkçüsü Ziya GÖKALP Kürt asıllıydı, milli şairimiz Mehmet Akif ERSOY ise Arnavut. Ancak hiçbirisi de Ne Mutlu Türküm demekten gocunmuyordu. Oysaki şu an ülkede bunu söyleyemeyenler mevcut, Türkiyelilik gibi bir takım ucube kavramlar ortaya atılmış; onlar üzerinden siyaset yapılmaya çalışılıyor. Halbuki asıl hizmet ettikleri, Batı' nın haçlı zihniyetine sahip yoz kafaları.

Sırada ne var merak ediyorsanız hemen söyleyeyim; eşcinsellere yönelik ayrımcılığın ortadan kaldırılması ve eşcinsel evliliklere izin verilmesi. Yok yok hiç şaşırmayınız, eğer AB sevdası arkasından koşmaya devam edersek bunlar bir bir olacak. Zaten halihazırda Türkiye' ye karşı eşcinsellere yönelik ayrımcılığa ilişkin bir çok dava var Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi' nde. Tazminat ödememiz yüksek ihtimal. Zira eşcinsellere yönelik müsamaha adamların kültüründe mevcut. Biz de onlara benzemek istiyoruz ya, katlanacağız bunlara. Muhiplerin dediği gibi: "Ne var canım bunda; isteyen istediğiyle evlensin, bize ne". Öyle değil mi ya, ondan sonra da eşcinsel çiftlerin evlat edinme meselesi gelecek karşımıza......

Kendimize gelmemiz şart, aksi halde Avrupa Birliği' nin her dediğini yapar isek bir gün bir de bakmışız ülke yerinde yok. O zaman çok geç olacak. Atalarımızdan miras aldığımız Cumhuriyet' i bozulmadan torunlarımıza devretmeliyiz.


Strateji ve Taktik

Size Ne Yedirdiklerini Biliyor musunuz ?

Gaziosmanpaşa Hacımaşlı köyü domuz çiftliği'nin suları ve katı atıkları 300 metre mesafedeki Sazlıdere Barajı'na akıyor. Baraj on milyon kişinin su ihtiyacını karşılıyor. Çiftlikte 5 bin domuz var.

Türkiye'deki domuz çiftliklerinde yıllık 3 milyon kg. civarında et üretiliyor. Bu rakam neredeyse kırmızı et üretiminin yarısı. Üretilen domuzlar otellere, yemek fabrikalarına ve marketlere 'kıyma' şeklinde satılıyor. Domuz etini Salam, sosis olarak da piyasaya sürmek en sık kullanılan yöntem.

Peki neden domuz?

'Dinen yasak olmasına, Türk yemek kültürüne aykırı bulunmasına rağmen neden domuz cazip bir konu?'

Çünkü domuz yetiştiriciliği kârlı bir iş. Domuz üretken bir hayvan. Cinslerine ve yaşına göre yılda bir, iki, bazen de üç kez ve her bakımdan 15-20'ye kadar varan yavru dünyaya getirebiliyor. Bir domuz yılda iki kez doğum yapsa, her bakımdan 10 yavru yaşasa, 20 sene yaşayan bir domuzun 400 yavrusu oluyor. Ve dahası yeni doğmuş bir domuz 4-5 ayda 100 kiloya kadar çıkabiliyor.

Normal Şartlarda evcil bir domuzun yüzde 30'u yağ olarak ayrılabilmekte iken bu rakam bazen yüzde 50'yi bulabiliyor. Yani 150 kg'lık bir domuzdan 75 kiloluk yağ elde edilebiliyor. Bu da dana yada koyuna göre tercih edilmesinde önemli bir etken.
Beslenmesi kolay, cam dışında -leş dahil- her şeyi yiyebiliyor. Her domuz da ortalama 80-100 kiloya ulaştığı zaman kesiliyor. Kaba bir hesapla sadece bu çiftlikten yılda yaklaşık 1 milyon kg. et çıkıyor.

Bu etlerin hangi kanalla, nerelere satıldığı meçhul. Diğer çiftlikler de göz önüne alındığında Türkiye'de yaklaşık 3 milyon kg domuz etinin piyasaya değişik yollarla sürüldüğü ortaya çıkıyor.

Türkiye'deki toplam kırmızı et tüketiminin de 6 milyon kg. olduğu göz önüne alınırsa tablonun vahameti daha da netleşiyor. Kilosu 1 ile 3.5 milyon lira arasında satılan bu domuz etlerinin ağırlıklı olarak kıyma, sucuk, salam ve sosis olarak satıldığı dile getiriliyor. Çiftlik çalışanlarından İsmail Türk'ün verdiği bilgiye göre kesilen etler toplu olarak büyük otellere, yemek fabrikalarına kıyma ve sosis gibi ürünler olarak satılıyor. Bu ve benzeri çiftliklerden resmi olarak beş firma domuz satın alıyor: Çerkezo, Polonez, Nuta, Namet ve Şütte ...

1. Çerkezo aldığı ürünleri Salam Sosis olarak piyasaya sürerken aynı zamanda Teşvikiye'deki Şarküterisinden de nihai tüketiciye ulaşıyor. (ki bu firmanın bir de TADET adı altında otellere ürün sattığı bir markası daha bulunuyor...) Aynı zamanda butik mağazalarda ve ulusal zincir mağazalarda satılan BONUS markalı ürünlerin üreticisi de ÇERKEZO...

2- Ayazağa'daki Çerkezo'nun hemen yanında üretim yapan ŞÜTTE firması da salam, sosis ve jambonlarını markasıyla satıyor. Ancak bilinen bu firmalar ürünleri çeşitli zamanlarda farklı isimlerde piyasaya sürüyor. Daha önce Şütte olarak piyasaya sürülen domuz mamulleri son dönemde PIGGY adıyla satılıyor. Üstelik ünlü Amerikan fast food zincirlerinden Little Caesar's Pizza tam 10 yılı aşkın süreden beri et mamullerini ŞÜTTE firmasından temin edip bizlere bir güzel yediriyor.

3- POLONEZ 5 yıl öncesine kadar resmi olarak domuz ürünleri imal edip MİGROS'larda açık açık ürünlerini satarken, son yıllarda %100 dana etinden ürünler imal ettiğini iddia ediyor.

'Peki ya bunları göz göre göre mağazalarında sattıran satın alma müdürleri aldıkları rüşvetin yanı sıra bu milletin vebalini aldıklarını da biliyorlar mı sizce?'

POLONEZ'in ciddi anlamda piyasaya yayılmasındaki en büyük faktör MİGROS' tur . O dönem Migros'un et mamulleri satın almasında olan (Şu an oyuncak reyonunda satın almacılık yapan) Coşkun bey'in büyük paralar karşılığında POLONEZ'le işbirliği içerisinde olduğunu ve bizzat domuzları bizlere yediren kişi olduğunu biliyor muydunuz?

Peki ya Migros'ta çalışan tüm tezgahtarların eksiksiz olarak her ay sonunda POLONEZ 'in sahibi MUSTAFA AKKAŞ beyden (veya satış müdürü sıfatı ile çalışan ALİ ÖZYAVAŞ'tan) maaşlarını ve primlerini (bizlere sattıkları et mamulleri üzerinden ) aldıklarını biliyor muydunuz?

Peki METRO GROS MARKETLER'in (Şu anki değil bir önceki) satın almacılığını yapan kişinin Şu an BAĞDAT CADDESİNDE bulunan Polonez - Barbekü restoranları'nın sahibi olduğunu biliyor muydunuz?

Peki İzmir'in kalesi olarak görülen KİPA Marketler'in satın almacılığını yapan bayanın Polonez'in resmi hissedarı olduğunu biliyor muydunuz?

PEKİ AMERİKAN FAST FOOD ZINCIRI DOMINO'S PIZZA ve ALMAN EKOLÜ DR.OETKER PİZZALARIN İÇERİSİNDE POLONEZ ET MAMULLERİNİN KULLANILDIĞINI BİLİYOR MUYDUNUZ?

PEKİ GİMA MARKALI VE PİYASALARDA SATILAN OPİ MARKALI ÜRÜNLERİ POLONEZ'İN ÜRETTİĞİNİ VE BUNUN KARŞILIĞINDA NE KADAR PARA YEDİRDİĞİNİ BİLİYOR MUSUNUZ?

'Peki, sizce Türkiye'de domuz eti yemeyen insan kalmış mıdır?'

4- NUTA öncelikle 7 TEPE markası ile tanınmakla beraber Güneydeki - Her şey dahil - tatil köylerinin bir numaralı tedarikçisi, e tabi yabancı turistlerin yanında yerli turistlerde güme gidiyor.

Bu firmalar özellikle büyük alışveriş merkezlerinde ayrı bir stant açıyorlar. Ancak küçük Şarküterilerde karışık olarak duruyor ve birçok tüketici farkına varmadan domuz ürünlerini satın alabiliyor . Üstelik işin ilginç tarafı bu firma Şimdi de firma tanıtım cd si hazırlamış Carrefour gibi büyük hipermarketlerde ne kadar hijyenik üretim yaptığını anlatıyor. Ama 7 TEPE SOSİS hafta sonları marketlerde KDV dahil 2.900 YTL ye satılıyor.

Çünkü maalesef bu adamlar sosislerin içerisinde hayvan küspesi gibi lafını bile etmek istemediğimiz katkılar kullanıyorlar . Domuz hammaddeli salam ve sosislerin kesiminin yapılıp piyasa sürüldüğü bir başka yer de NUTA'nın üretimini yapan kişinin işlettiği Dolapdere'deki imalathane. (İDEAL markalı salam sosis imalatçısı )

5- NAMET ünlü EMINÖNÜ HASIRCILAR ÇARSIŞININ IÇINDE yıllardır tanınan NAMLI PASTIRMACI'nın modern hali !!!

Şu an modern(!) üretim tesisleri BAYRAMPAŞA MEGACENTER (GIDA HALİ) içinde derme çatma bir imalathaneden öteye geçemeyecek konumda olan ve üretim kapasiteleri aylık -günün 24 saati çalıştıklarını düşünürseniz- 70 tonu geçemeyecek olan bu imalathanede NAMET ayda 270 ton et mamulü üretiyor ve satıyor.

Bu aradaki 200 tonluk kapasite açığını ise İSTANBUL DIŞINDA ne idüğü belirsiz imalathanelerde, merdiven altı firmalarda üretim yaptırıp üzerine ' %100 NAMET KALITESI' bastıktan sonra (üretim yeri olarak BAYRAMPAŞA'daki adreslerini gösteriyorlar) bizlere afiyetle yediriyorlar.

Carrefour ve diğer tüm zincir mağazalarda POLONEZ'in uyguladığı benzer taktikleri uygulayan NAMET bugün kapasitesinin 3 kat üzerinde üretim yaparak gururla ülkemizi temsil ediyor.

Peki, Cem Yılmaz'ın dediği gibi janjanlı ambalaja sahip NAMLI pastırmaları'nın sahipleri olan Engin ve Esen Mepa kardeşlerin aynı zamanda Çorlu'daki domuz çiftliklerinin yarı hissesine sahip olduklarını da biliyor muydunuz?

2000 yılında patlak vermiş olan kaçak buffalo etlerinin de NAMLI pastırmaları'nın sahipleri olan Engin ve Esen Mepa kardeşler tarafından getirildiğini hatta Bayrampaşa'daki imalathanelerinin gazetecilerin ve kameraların gözü önünde basıldığını, Engin Mepa'nın Show TV'ye, o dönemin 1 trilyon lirayı kendi elleriyle hediye ettiğini, sonra da Milliyet, Hürriyet ve Sabah gazetelerine verdikleri dev ilanlarla tüm olanları ve baskınları yalanladıklarını biliyor muydunuz?

NAMLI Pastırmalarının hem % 5 hissesine sahip olan, hem de imalat müdürlüğünü yapan Muzaffer adındaki şahsın aynı dönemde kardeşi ile Bağcılar semtinde açmış olduğu imalathanede at ve eşek etinden yaptığı pastırmaları dilimleyerek zincir marketlere sattıklarını biliyor muydunuz?

2004 yılında da Uğur Dündar ekibi tarafından basılarak ekranlarda gösterildiğini hatırlayabildiniz mi?

Domuz konusunda herkes topu başkasına atıyor.
Bu noktada tüketicinin yapması gereken şeyi Çevre Sağlık İl Müdürlüğü Gıda ve Çevre Kontrol Şubesi Müdürü İrfan Yılmaz özetliyor;
' Piyasadaki etleri denetlemek mümkün olmuyor.'

'Kısacası ne yediğinize dikkat edin. Çok emin olmadığınız bilmediğiniz markaların ambalaj güzelliğine kanmayın.'

Ömer KIZILIRMAK
TÜBITAK-SAGE Planlamalar ve Kalibrasyon Birim Amiri

Kırmızı Kitap

KIRMIZI KITAP
BİRİNCİ BÖLÜM
GENEL ESASLAR

1. AMAÇ :

Türkiye Cumhuriyeti'nin Milli Güvenlik Siyaseti Belgesi ile belirlenen İç Güvenlik siyaseti çerçevesinde milli güç unsurlarının hazırlanması, yönlendirilmesi, geliştirilmesi ve kullanılmasına ait hareket tarzlarını belirlemektir.

2. KAPSAM :
İç Güvenlik Stratejisi. İç Güvenlik alanındaki mevcut durumu, kısa, orta ve uzun vadeli muhtemel gelişmeleri, Türkiye Cumhuriyeti'nin İç güvenliğine ilişkin milli hedefleri ile ara hedefleri ve bu hedefleri gerçekleştirmek üzere milli güç unsurlarının kullanılması ve geliştirilmesi ile ilgili bütün kurum ve kuruluşları ve bunların faaliyetlerini kapsar. Bu görevler İçişleri Bakanlığı koordinesinde yürütülür.

3. TANIMLAR :

a.Milli Güvenlik;

Devletin Anayasal düzeninin, milli varlığının, bütünlüğünün, milletler arası alanda siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik dahil bütün menfaatlerinin ve ahdi hukukunun, her türlü dış ve iç tehdit ve risklere karşı korunması ve kullanmasıdır.

b.Milli Güvenlik Siyaseti;
Milli Güvenliğin sağlanması ve milli hedeflere ulaşılması amacıyla Milli Güvenlik Kurulu'nün tavsiyeleri de dikkate alınarak; Bakanlar Kurulu tarafından tespit edilen iç, dış ve savunma hareket tarzlarına ait esasları kapsayan siyasettir.

c.Milli Güç;
Bir devletin milli menfaatlerini sağlamak ve milli hedeflerini elde etmek için kullanabileceği ekonomik, askeri, siyasi, insan gücü, coğrafi, idari, sosyo-kültürel, psiko-sosyal ve bilimsel-teknolojik gibi güçlerden oluşan maddi ve manevi unsurların toplamıdır.

d.Milli Menfaat;
Devletin bekası ve güvenliği ile milletin refahını sağlamak için ulaşılması ve korunması gereken amaçlardır.

e.Beka;
Bir devletin toprak bütünlüğünü, ahdi hukukunu ve anayasal düzenini iç ve dış tehditlere karşı koruyarak hayatiyetini devam ettirmesidir.

f .İç Tehdit;
Kökü ve kışkırtıcı kaynakları içeride ve dışarıda olan, yurt içinde açık veya gizli faaliyetler sonucu yurdun iç güvenliğini sarsan tehlikeler ile Anayasada belirlenen devlet düzenini yıkarak yerine kendi ideolojilerine uygun bir düzen kurmayı ve ülkeyi bölmeyi amaçlayan aşırı sol, aşırı sağ, bölücülük ve azınlık faaliyetlerinden oluşan bir tehdittir.

g. Dış Tehdit;
Diğer bir ülkenin niyetlerinin, olanak ve yetenekleri ile hareketlerinin değerlendirilmesine dayanan tehlike algılamasıdır.

h.İç Güvenlik;
Türkiye Cumhuriyeti devleti ve vatandaşlarının güvenliğine yönelik her türlü tehlike ve suça karşı ülkenin genel emniyet ve asayişinin sağlanmasıdır.

ı.Yıkıcı Faaliyetler;
Bir milletin birlik ve beraberliğini parçalamak, kurulu düzen ve yönetime karşı güvensizlik yaratmak, moralini bozmak, mücadele azmini kırmak ve milli gücünü zayıflatmak için gizli/açık, doğrudan/dolaylı şekilde yürütülen faaliyetlerdir.

j.Bölücü Faaliyetler;
Devleti parçalayarak, kendilerince belirlenmiş bölgelerde, kendi görüşleri istikametinde devlet kurabilmek amacıyla yürütülen faaliyetlerdir.

k.İrticai Faaliyetler;
Devletin Anayasada belirlenen demokratik, laik, sosyal, hukuki, siyasi ve iktisadi yapısını ortadan kaldırarak dini esas ve prensiplere dayanan bir devlet kurma amacını güden faaliyetlerdir.

I. Azınlık;
Ülkemizde yaşayan azınlıkların hak ve özgürlükleri Lozan Antlaşmasında saptanmıştır. Adı geçen Antlaşma ile azınlıklar, temel hak ve hürriyetler ile Devlet-vatandaş ilişkisi bakımından Müslüman halka eşit duruma getirilmiş ve
ayrıcalıklı uygulamalara son verilmiştir. Lozan Antlaşmasının imzalanmasından sonra Türkiye, Antlaşmadan doğan hakların tamamını metinde açıkça azınlık olarak ifade edilmeseler de, Ermeni, Rum ve Yahudiler için uygulamaya koymuştur. Diğer gayrimüslim gruplar ise azınlık kavramı dışında telakki edilmiştir.

Çıkar Amaçlı Suç Örgütü;
Haksız ekonomik kazanç elde etmek amacıyla kurulmuş ve bir suç şirketi gibi hareket eden, uluslararası bağlantı kurabilme, gizlilik, şiddet ve yolsuzluk gibi özelliklere sahip olan örgütlerdir.

m.Yolsuzluk;
Kamu gücünün özel çıkar sağlamak için kötüye kullanılması veya kamu ve özel kuruluşların karar verme mekanizmalarındaki yozlaşma ve bozulma yada yakın ilişkiler kurarak, kendisi ve yakınları için bu davranıştan bazı avantajlar sağlamaya yönelik kasıtlı ve uygunsuz hareket ve faaliyetlerdir.

n.Kayıtdışı Ekonomi;
Kamu düzenini korumak için getirilen yasalara ve mevzuata aykırı olarak gerçekleştirilen ve belgeye bağlanmayan hem kayıt dışı hem de yasadışı ekonomik faaliyetleri ifade etmektedir.

o.Yasadışı Göçmen;
Doğrudan veya dolaylı olarak parasal veya maddi başka çıkar elde etmek için uyrukluğunu taşımadığı veya daimi ikamet sahibi olmadığı bir devlete yasadışı giren veya bulunan kişidir.

p.Karapara;
4208 sayılı yasanın 2/a maddesinde sayılan fiillerin işlenmesi suretiyle elde edilen para veya para yerine geçen her türlü kıymetli evrakla, mal veya gelirleri veya bir para biriminden diğer bir para birimine çevrilmesi de dahil, sözü edilen para, evrak, mal veya gelirlerin birbirine dönüştürülmesinden elde edilen her türlü maddi menfaat ve değere karapara denir.

r.Karaparaya Öncül Suç;
İşlenmesi suretiyle elde edilen para veya para yerine geçen her türlü kıymetli evrakla, mal veya gelirleri veya bir para biriminden diğer bir para birimine çevrilmesi de dahil, sözü edilen para, evrak, mal veya gelirlerin birbirine dönüştürülmesinden elde edilen her türlü maddi menfaat ve değerlerin karapara olarak kabul edildiği suçtur.

s. Mülteci;
Avrupa'da meydana gelen olaylar sebebiyle ırkı, dini, milliyeti, belirli bir toplumsal gruba üyeliği veya siyasi düşünceleri nedeniyle takibata uğrayacağından haklı olarak korktuğu için vatandaşı olduğu ülke dışında bulunan ve vatandaşı olduğu ülkenin himayesinden istifade edemeyen veya korkudan dolayı istifade etmek istemeyen ya da uyruğu yoksa ve önceden ikamet ettiği ülke dışında bulunuyorsa oraya dönmeyen veya korkusundan dolayı dönmek istemeyen yabancıya denir.

t. Sığınmacı;
Irkı, dini, milliyeti, belirli bir toplumsal gruba üyeliği veya siyasi düşünceleri nedeniyle takibata uğrayacağından haklı olarak korktuğu için vatandaşı olduğu ülke dışında bulunan ve vatandaşı olduğu ülkenin himayesinden istifade etmeyen veya korkudan dolayı istifade etmek istemeyen ya da uyruğu yoksa ve önceden ikamet ettiği ülke dışında bulunuyorsa oraya dönmeyen veya korkusundan dolayı dönmek istemeyen yabancıya denir.

4. YASAL DAYANAK
a.Bakanlar Kurulunun 10.07.2001 Tarih ve 2001/2717 Sayılı Kararı ile onaylanan Milli Güvenlik Siyaset Belgesi,
b.Başbakanlığın 24 Ekim 2001 tarih ve MGKGENSEK: 0500-166-01/ MGSB(OIB) sayılı emri.
5. HAZIRLAMA/GÜNCELLEŞTİRME ESASLARI :
Milli Güvenlik Siyaseti Belgesinde değişiklik olması halinde veya iç güvenliğimize yönelik tehdit ve risk değerlendirmelerine göre verilecek emirler doğrultusunda güncellenecektir.


İKİNCİ BÖLÜM
İÇ TEHDİT UNSURLARI VE İÇ GÜVENLÎĞİ ETKİLEYEN DİĞER FAKTÖRLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ

1. GENEL DEĞERLENDİRME;

Günümüzde, çok boyutlu global bir toplum haline gelen dünyanın, artık kalın çizgilerle belirli bloklara ayrılmış ve tanımlanmış düşman ve tehditlerden ziyade, ekonomik faaliyetlerin, teknolojinin, bilginin ve insan hareketliliğinin küreselleşmesi sonucu olarak çok boyutlu ve karmaşık bir yapı haline gelen tehditlerle karşı karşıya kaldığı görülmektedir.
Bu değişen ve farklılaşan tehdit algılaması içerisinde, örtülü ve asimetrik bir savaş yöntemi olarak kullanılan terörizm, gelişen teknolojiyle birlikte yıkıcı etkisini gittikçe artıran öncelikli bir tehdit unsuru olarak global bir tehdit haline gelmiştir.
Öte yandan, enerji ve su kaynakları üzerindeki küresel mücadelenin çok daha açık ve yoğun olarak yaşanması, kimi devletlerin bölünmesi/birleşmesi veya rejimlerinin değişmesi yada tamamen ortadan kalkması, içinde bulunduğumuz bölgenin dengelerini daha da hassas bir hale getirmiştir.
Dolayısıyla birbirinden farklı siyasal rejimlerin, dinlerin, ekonomik sistemlerin ve askeri güçlerin karşı karşıya geldiği, çıkar çatışmalarının yoğun olarak yaşandığı bir bölgede yer alan ülkemiz, son otuz yıldan bu yana terörizm aracılığı ile istikrarsızlaştırılma politikasıyla karşı karşıyadır. Bu strateji kapsamında Türk toplumunun yaşadığı sosyal ve ekonomik problemler ile etnik ve dini hassasiyetler de istismar edilmiş ve halen istismara devam edilmektedir.
Bu menfi politikaların, özellikle Türkiye'nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde yoğunlaşmasının en önemli sebeplerinden birisi, bölgenin su, petrol ve enerji kaynakları açısından kilit konumda olan Kafkasya, Orta Asya ve Ortadoğu bölgelerine yakın olmasından kaynaklanmaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti geçmişte de jeopolitik ve jeo-stratejik konumundan dolayı, genel güvenliği tehdit edici, toplumsal barışı ve huzuru bozucu, devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğüne, anayasal düzene kasteden iç ve dış destekli birtakım tehdit unsurlarıyla karşı karşıya kalmıştır.
Bu bağlamda ayrılıkçı/bölücü, irticai ve yıkıcı hareketler, 1960'lı yıllarda propaganda faaliyetleri ile başlamış, işçi ve öğrenci eylemleriyle devam etmiş; 1970'li yıllarda anarşi ve teröre dönüşmüş ve ülke kaos ortamına sürüklenmiştir. 1980'li yıllardan itibaren ise bölücü terör nedeniyle 30 bin yurttaşımız hayatını kaybetmiş, onbinlerce insanımız yaralanmıştır. 1990'lı yıllardan itibaren de dini motifli terör örgütleri ortaya çıkmış ve şiddet hareketlerine yönelmişlerdir.
Terör hareketleri sonucu, bu ağır can kayıplarının yanı sıra ülkemizde ekonomik, sosyo-kültürel ve diğer alanlarda da onarılması güç yaralar açılmıştır.
Bu çerçevede, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde bölücü terör örgütünün desteklenmesi suretiyle bölgenin istikrarsızlaştırılmasına çalışılmış, bu örgüt aracılığıyla terör bir kimlik oluşturma aracı olarak kullanılmış ve bölgenin ülke genelinde yaşanan modernleşme sürecine entegrasyonu engellenmiştir.
Böylece bir yandan istismara açık alanlar ve sorunlar süreklilik kazanmış, diğer yandan da terörist faaliyetlere karşı yapılan mücadele doğrultusunda önemli ölçüde mali kaynak aktarılmasına sebebiyet verilmiştir. Öte yandan teröre karşı hukuki alanda alınan tedbirlerin sosyal ve demokratik hakların yeterince gelişmesi engellenerek ülke genelinde de ekonomik, sosyal ve siyasal hayatın istikrarsızlaşması ve istikrarsızlığın derinleşmesi amaçlanmıştır.
Bütün bunlara rağmen, ayrılıkçı/bölücü, irticai ve yıkıcı unsurlar kapsamında karşımıza çıkan terör faaliyetlerine karşı bugüne kadar sürdürülen mücadele sonucunda söz konusu iç tehdit unsurlarının gücü büyük ölçüde kırılarak toplumda barış ve huzurun geniş ölçüde tesisi sağlanmış, devlet gücünün üstünlüğü kanıtlanmış, toplumun ve kişilerin devlete olan inanç ve güvenleri artırılmıştır.
Ancak bu tehditlere karşı ortak bir anlayış ve bilinç oluşturulamaması, mücadelenin devletin tüm kurumlarının ortak çabasından ziyade büyük ölçüde güvenlik kuvvetlerince yürütülmesi, başarının gecikmesine ve ekonomik, sosyal ve siyasal anlamda ülkeye maliyetinin ağır olmasına neden olmuştur.
Bu çerçevede, ülkemiz ile etki ve ilgi alanımızdaki bölgeye yönelik istikrasızlaştırma politikalarının, mevcut ve muhtemel tehditlerin, önümüzdeki dönemde de sürdürüleceği değerlendirilmektedir. Bu öngörüden hareketle yeni bir iç güvenlik stratejisin oluşturulması ve devlet düzeyinde uyumlu ve etkili bir şekilde uygulanması ülkemiz için hayati hale gelmiştir.
Ülkemizdeki iç tehdit unsurları ve bunları etkileyen faktörlerin uyguladıkları değişik stratejiler çerçevesinde yürüttükleri faaliyetler değerlendirildiğinde;
Silahlı mücadele ile yönetimi ele geçirerek, Marksist-Leninist ideolojiyi tesis etmek amacındaki yıkıcı faaliyetlerin günümüzde ideolojik temelleri, insan gücü kaynakları, finansman olanakları ve eylem potansiyelleri zayıflamıştır. Yıkıcı örgütlerin bir kısmı legal alanlara yönelerek yasallık kazanma sürecini benimserken diğer bir kısmı da silahlı mücadeleye devam etme yolunu seçmiştir.
Bu artış eğilimi halkın kendini emniyette hissetmemesine ve devlete duyduğu güvenin zedelenmesine yol açmaktadır.
Bütün bu sayılan aksaklıklar iç güvenlik yönetimini de kapsayacak şekilde kamu yönetiminin zihniyet ve kurumsal yapılarında kapsamlı değişimin gerekliliğini açıkça ortaya koymaktadır. Kamu yönetiminde etkinlik sağlanması ve buna bağlı olarak iç güvenlik yönetiminde etkili, verimli, koordineli ve halka yakın bir yapının kurulması belirlenen iç güvenlik stratejisinin uygulanması açısından büyük önem arz etmektedir.
Sosyal ve ekonomik problemler sonucunda yaşanan iç göç kırsal alanlarda ve metropol alanlarda büyük problemler yaratmıştır. Bu problemler, terör örgütlerinin legal ve illegal unsurları tarafından istismar edilmektedir. Bunun önlenmesi için, kırsal ve metropol alanların yaşadığı sorunlara etkili çözümler üretilmesi, bu bölgelerin illegal örgütlerin insan gücü ve lojistik destek sağladığı yerler olmaktan çıkarılması gerekmektedir.
Bütün kurum ve kuruluşların anayasa ve yasalar çerçevesinde, uyum içerisinde, demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü ve toplumsal barışa zarar vermeden, milli kaynakları etkili, akılcı ve kararlı biçimde kullanarak, partiler üstü bir anlayışla hareket etmesi önem arz etmektedir. Bu konuda, sivil toplum örgütleriyle medyanın da duyarlı ve sorumluluk bilinciyle hareket etmesi yönünde gerekli tedbirler alınmalıdır.

2. İÇ TEHDİT UNSURLARI

a. Bölücü Faaliyetler
Ülkemizin maruz kaldığı Bölücü-Kürtçü faaliyetler (200) yıllık bir geçmişe sahiptir. Bu süreç; aşiret isyanları, Meşrutiyet Dönemi dernekleşme, Cumhuriyet Dönemi isyanları, 1970 Sonrası terörist faaliyetler olarak tasnif etmek mümkündür.
Kendi dinamiklerinin yanında, ağırlıklı olarak bölgemizde çıkarı olan çeşitli dış güçlerin destek ve tahriklerinin önemli rol oynadığı Kürtçülük, desteğini aldığı dış güçlerin bölgesel politikalarında bir taktik malzeme olarak kullanılmış ve kullanılmaya devam edilmektedir.
İdeolojileri farklı olmakla birlikte, bölücü örgütlerin amacı; öncelikle ülkemiz toprakları içerisinde, bilahare Irak, İran ve Suriye'deki Kürt nüfusun yoğun olarak bulunduğu bölgelerde sözde Bağımsız Birleşik Kürdistan'ı kurmaktır.
Günümüz itibariyle, ülkemiz bütünlüğü aleyhine aktif olarak faaliyet göstermeye çalışan terör örgütü PKK haricindeki, diğer bölücü-bölgeci örgütler bugün için ülkemizi bölme anlamında bir tehdit gücü olmamakla birlikte, zaman zaman kendi aralarında oluşturdukları ittifaklar nedeniyle faaliyetlerinin yakinen izlenmesinde yarar vardır. Bu nedenle bölücü terörle mücadele çalışmaları bölücü faaliyetlerin odağı haline gelen, iç ve dış kamuoyunda bölücülüğün tek temsilcisi gibi algılanan PKK terör örgütüne yönelmiş durumdadır.
27 Kasım 1978 tarihinde Diyarbakır ili Lice ilçesi Ziyaret (Fiş) köyünde kuruluşunu ilan eden terör örgütü PKK, 15 Ağustos 1984 Eruh-Şemdinli ilçelerine yönelik saldırılarla kanlı eylemlerini başlatmıştır. Özellikle kırsal kesimde gerçekleştirdiği kanlı eylemlerini giderek tırmandıran örgüt, 1990 yılından itibaren kanunsuz gösteri, kontak ve kepenk kapatma gibi kitlesel eylemlerini de arttırmıştır. Bu tarihten itibaren kırsaldaki silahlı eylemler ile şiddete dayalı sokak gösterilerini iç içe yürüten bölücü terör örgütü, silahlı eylemlerini elebaşının yakalandığı Şubat 1999 yılına kadar sürdürmüştür. Terör ist başını n yakalanmasına tepki maksadıyla bir müddet daha eylemlerini tırmandıran örgüt, Eylül 1999 tarihinden itibaren silahlı eylemlerinin yoğunluğunu büyük ölçüde azaltmış olmakla beraber silahlı gücünü bir tehdit unsuru olarak halen muhafaza etmektedir.
Mevcut Durum;

Örgütbaşının yakalanmasından sonra, PKK terör örgütü Olağanüstü 7. Kongresini Ocak 2000 tarihinde gerçekleştirerek, Örgütbaşının öngördüğü sözde 'Demokratik Cumhuriyet ve Barış Projesi1 adıyla dönemsel yeni bir taktik anlayış başlattığını duyurmuştur.
Örgütbaşının yargılama aşamasında yaptığı savunmalardan oluşan bu anlayış çerçevesinde;
-Sözde Kürt sorununun silahlı mücadele yerine siyasal mücadele ile çözülebileceği,
-Sorunun, ayrılıkçılık yerine, Türkiye'nin üniter bütünlüğü içinde çözülebileceği,
-Sözde Kürt kimliğinin yasal olarak tanınmasının, sözde Kürt kültürünün gelişmesine yönelik faaliyetlerle bu kimliği temsil edecek siyasal organizasyonlara izin verilmesinin sorunun çözümü için yeterli olacağı belirtilmektedir.
Yukarıda sıralanan ve kamuoyunun bazı kesimlerince demokrasi ve insan hakları gibi görülen talepler, samimiyetten uzak, örgütün nihai hedefi olan sözde Birleşik Bağımsız Kürdistan'ın kuruluşu için dönemsel taktik bir kazanım elde etme amacından başka bir şekilde değerlendirmek mümkün değildir.
Zira örgüt bu duruma kendi insiyatif i ile gelmemiş, kendisi dışında gelişen ve önleyemediği; örgütbaşının yakalanması, uluslararası konjonktürdeki değişim, silahlı eylem stratejisinin tıkanması, örgütlenme ve lojistik sorununun büyümesi, bölge halkının istenen desteği vermemesi gibi etkenler, bölücü terör örgütünü bu değişime zorlamıştır.
Silahlı unsurlar, isim değiştirmesine rağmen eski misyonuyla varlığını sürdürmekte ve örgütün gövdesini oluşturmaya devam etmektedir. İran ve K.Irak alanlarında barınan örgüt mensuplarına siyasi eğitimin yanı sıra silahlı eğitim de verilmekte, yurtiçinde üslenme faaliyetleri sınırlı da olsa sürdürülmekte, örgüte katılımlar geçmiş dönemlere nazaran düşük olmasına rağmen halen devam etmektedir.
Terör örgütü PKK, Avrupa'da başta Kürdistan Ulusal Kongresi (KUK) olmak üzere çeşitli komite, dernek gibi örgütlenmeler ile önemli bir sempatizan kitlesini, festivaller, yürüyüşler ve benzeri adlar altına yönlendirerek daha çok diplomatik ilişkiler geliştirmekte, bu çerçevede örgüte ve yeni söylemine uluslararası destek sağlamaya çalışmaktadır.
Öte yandan, illegal düzeyde legal faaliyetlere yön vermek amacıyla yurt dışında eğitilerek gönderilen kişilerin sözde "Demokratik Barış Grubu" adıyla yurt içinde faaliyetlerde bulundukları bilinmektedir. Bu grupların yönlendirmeleri doğrultusunda, "siyasal serhildan" adını verdikleri legal ve illegal unsurların kullanıldığı kitlesel eylemlere yönelik bir hareket tarzı benimsenmiştir.
Örgüt yaptığı açıklamalarda, örgütün öngördüğü sözde "barış adımlarının devlet tarafından atılmaması halinde eski dönemden daha ağır bir çatışma ortamının yaşanacağı şeklinde tehditlerine devam etmektedir.
Gelecekteki Boyutu;
Yurt içinde örgüt başının can güvenliğini sağlama, kürt kimliğinin kabulü ve bu kimliğin ifade araçlarına özgürlük tanınması için yasal değişiklikler yapılmasını hedefleyen bölücü terör örgütü ve yandaşlarının bu amaçla, bölge halkı başta olmak üzere bir kısım aydınların ve siyasetçilerin kullanılması, yurt dışında ise Avrupa ülkelerince Türkiye'ye baskı uygulanmasını sağlamaya yönelik çalışmalarını sürdürmekte ve bu faaliyetlerini artıracağı değerlendirilmektedir.
Bu doğrultuda;
-Yurt içinde ve yurt dışındaki silahlı terörist varlığını, kendi amaçları doğrultusunda bir ortamın sağlandığı ana kadar bir tehdit unsuru olarak devam ettireceği, beklediği sonuçlara ulaşamaz ise yeniden silahlı eylemlere başlayabileceği,
-Kürt kimliğinin tanınması ve sözde anayasal vatandaşlığın kazanılması yönünde yurt içinde ve yurt dışındaki faaliyetlerini artırarak sürdürebileceği,
-Bu amaç doğrultusunda legal alandaki parti, dernek ve basm-yayın kuruluşları öncülüğünde yürütülecek şiddete dayalı münferit ve kitlesel sokak çatışmaları, kontak-kepenk kapatma gibi eylemlerin şiddetini artırarak devam ettirilebileceği,
-Türk siyasal yaşamında etkinliğini artırmak için mevcut siyasal bir partinin desteklenebileceği veya bu amaçla yeni siyasal oluşumların kurulabileceği,
-Türk ve dünya kamuoyunu etkilemek ve hedef kitlelere ulaşmak amacıyla yazılı ve görsel basın yayın araçlarının daha etkin kullanımına çalışılabileceği ve yeni kuruluşlar oluşturabileceği değerlendirilmektedir.
b. Yıkıcı Faaliyetler
Yıkıcı unsurların nihai amaçları mevcut Anayasal düzeni yıkarak yerine Marksist-Leninist ideolojiye dayalı komünist bir rejim kurmaktır.
Bu amaç; örgütsel yapı ve taktik farklılıklara bağlı olarak; Anayasa ve kanunların sağlamış olduğu tüm demokratik hakları istismar yoluyla yönetimi ele geçirmek ve Marksist-Leninist ideolojiyi tesis etmek veya silahlı mücadele ile güç kullanarak mevcut düzeni ele geçirmek ve yönetime hakim olmak şeklinde kendisini göstermektedir.
Ancak her iki hareket tarzının da zaman zaman birbirini desteklediği veya aynı yapı içerisinde birlikte yer aldığı görülmektedir.
Dünyadaki son dönem ekonomik ve sosyal gelişmeler ile ideolojik değişimler devletlerin yönetimlerini de etkilemiştir. En büyük etkilenme Marksist-Leninist ideolojilerle yönetilen Doğu Bloku ülkelerinde olmuş, bu yönetimler ciddi sarsıntılar geçirmiştir.
Dünyadaki bu gelişmelere paralel olarak yıkıcı faaliyetler de yeni bir boyut kazanmış, bir kısmı legal alanlara yönelerek yasallık kazanma sürecini benimsemiş, bir kısmı ise varolma sebebi olan silahlı mücadeleye ağırlık vererek doğan ideolojik boşluğu doldurmaya çalışmıştır.
Mevcut Durum;
1970'li yıllardan bu yana başta güvenlik güçleri olmak üzere devleti ve devlet yanlısı olarak niteledikleri şahıs ve kuruluşları hedef seçen yıkıcı örgütler özellikle 1990-1992 yılları arasında eylemlerini yoğunlaştırmışladır. Güvenlik güçleri tarafından gerçekleştirilen operasyonlarla terör örgütlerinin faaliyetleri önemli ölçüde engellenmiştir.
Ancak, buna rağmen sol terör örgütleri gerçekleştirdikleri terör eylemleri ile tehdit olma vasıflarını sürdürmektedir. Halen faaliyet gösteren otuza yakın terör örgütünden Devrimci Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (DHKP/C), Türkiye Komünist Partisi/ Marksist Leninist - Doğu Anadolu Bölge Komitesi(TKP//ML-DABK), Türkiye Komünist Partisi/ Marksist Leninist- Konferans (TKP/ML -KONFERANS), Marksist Leninist Komünist Partisi (MLKP), Türkiye Devrim Partisi (TDP), Türkiye İhtilalci Komünistler Birliği (TİKB), Türkiye Köylü İşçi Partisi (TKİP) ve Türkiye Komünist Emek Partisi/Leninist (TKEP/L) örgütleri bu anlamda öncelikli olarak değerlendirilmektedir.
Yıkıcı örgütlerin nihai amaçlarına ulaşmak için kullandığı en önemli yöntem mevcut yönetime karşı güçlü ve etkin bir toplumsal muhalefet oluşturulmasıdır. Bu sebeple birçok konuyu provake ve istismar ederek tabanını güçlendirme gayreti içerisindedirler.
Yıkıcı unsurların istismar ettiği konuların başında; ekonomik sıkıntılar, sosyal yaşantıdaki dengesizlikler, çalışan kesimin sorunları, eğitim ve sağlık gibi hizmetlerdeki aksaklıklar, yüksek öğrenim gençliğinin sorunları, kültür ve inanç farklılıkları, yolsuzluklar, yönetime ve yöneticiye duyulan güvenin zayıflaması, gelir dengesizliği, demokratik hakların kullanımı ve cezaevleri gibi hususlar gelmektedir.
Terör örgütleri, örgüt mensuplarının yakınlarını, öğrenci ve gençlik, işçi ve memur, gelir düzeyi az ve yaşam düzeyi düşük kesimleri hedef kitle olarak seçmektedirler.
Söz konusu örgütler;
-Legal alanda dernek, sendika, birlik, platform gibi kuruluşlar oluşturarak veya mevcut sivil toplum örgütleri içerisinde protesto yürüyüşü, basın açıklaması, bildiri dağıtma türünden eylemlerde ve basın yayın faaliyetlerinde bulunmakta,
-İllegal alanda, basın-yayın çalışmaları, örgüt mensuplarının eğitilmesi, kurye, iletişim ve silahlı eylemlerle faaliyetlerini sürdürmektedirler.
Bu örgütler;
-Nüfusunun fazlalığı ve kozmopolit bir yapıya sahip olması nedeniyle başta İstanbul olmak üzere birçok metropol ve şehir merkezlerinde,
-Tokat merkez olmak üzere Tunceli ve Karadeniz bölgesindeki birçok il kırsalında,
-Bazı ülkelerde kamplar ve eğitim yerleri de olmak üzere bir çok ülkede legal ve illegal faaliyetlerine devam etmektedirler.
Bahse konu terör örgütleri;
-Merkeziyetçi yönetim anlayışına sahip olup, üst düzey yönetici kadroları genelde yurtdışındadır,
-Zaman zaman birliktelik fikriyle hareket etmişler ancak menfaat çatışması sebebiyle bu birliktelikler uzun süreli olmamıştır,
-Gelişme sürecinde liderlik ve çıkar çatışması sebebiyle bölünmeler yaşanmaktadır,
-Bazıları güçleri oranında kırsal alanda da yapılanmaya gitmekte ve eylemler gerçekleştirmektedirler,
-Cezaevlerini her fırsatta eğitim ve yönetim yeri olarak kullanmışlardır. Sol terör örgütleri maddi kaynak temin etmek amacıyla;
Yurtiçinde;
-"Kamulaştırma" adı altında yapılan gasp ve soygun eylemleri,, -"Vergilendirme" adı altında işadamı ve esnaftan zorla para talep edilmesi, -Üye ve sempatizanlardan "aidat" adı altında para toplanması, -Karşılıksız çek kuponları kullanılması ve senet tahsili, -Legal ve illegal yayın organlarının satışlarından elde edilen gelirler,
Yurtdışında;
-Bağış kampanyaları,
-Legal ve illegal dergi satışı,
-Türk nüfusunun yoğun yaşadığı yerlerde esnaftan zorla para toplama,
-Üye ve sempatizanlardan aidat toplama,
-Örgütler tarafından düzenlenen etkinliklerden gelir sağlama,
-Yurtdışına yasadışı çıkış yaptırmaktan, yurtdışında iltica prosedürüne dahil etmekten, ikamet izni almaktan ve sahte seyahat belgesi düzenlemekten gelir elde etme,
-Uyuşturucu madde, doku ve organ kaçakçılığı gibi
yöntemlere başvurmaktadır.
Dünyada Marksist-Leninist ideolojilerin önemli ölçüde zafiyete uğramasına rağmen ülkemizde faaliyetlerini devam ettirmesinin önemli etkenleri bulunmaktadır. Bunlar;
-İstismar konularının mevcudiyetinin devam etmesi,
-İdeolojilerin örgütlerin tabanında hala kabul görmesi,
-Lider kadrolarının bu işi hayat felsefesi ve yaşam biçimi olarak benimsemesi,
-Bazı kesimlerin terör faaliyetlerini güç elde etme ve gayri meşru gelir kapısı olarak görmesi,
-Bazı devletlerce desteklenmesine devam edilmesi olarak sıralanabilir.
Gelecekteki Boyutu;
-1970'li yıllardan beri özellikle Karadeniz kırsalında yaptığı propagandalar neticesi bir kısım vatandaşlarımızın örtülü ve gizli desteğini alan terör örgütlerinin, önümüzdeki dönemde de bu hareket tarzını devam ettirebilecekleri,
-Metropollerde işçi, memur ve öğrenci kesimi içerisinde faaliyetlerini legal ve illegal kuruluşları vasıtasıyla devam ettirebilecekleri,
-Kırsal alanda, metropollerde ve diğer yerleşim yerlerinde silahlı eylemlerine devam edebilecekleri,
-Cezaevi şartlarını gündemde tutmaya devam ettirecekleri,
-Sivil Toplum Kuruluşlarının yasal faaliyetlerini istismar ederek güvenlik güçlerini pasifize etmek ve devlet otoritesini zafiyete düşürmek için ülke genelinde protesto ve basın açıklaması eylemlerine devam edecekleri,
-Siyasi Partilerin gençlik kolları, dernek ve vakıflar içerisinde daha yoğun faaliyet göstererek, sempatizan kitlelerini arttırmaya çalışacakları,
-Yurtiçindeki faaliyetlerine destek sağlamak amacıyla yurtdışındaki faaliyetlerine ve yapılanmasına da devam edecekleri değerlendirilmektedir.
c. İrticai Faaliyetler Ve Din İstismarıyla Mücadele
Toplumları yönlendiren önemli etkenlerden biri olan din olgusunun farklı şekillerde yorumlanması, değişik dini anlayış ve yaşantıları da beraberinde getirmektedir.
1970'li yıllarla birlikte ülkemizi teorik planda etkilemeye başlayan yurtdışı (Ortadoğu) merkezli radikal dini anlayışların, bir kısım öğrenci grupları ile bazı kesimleri "Siyasal İslam" düşüncesine yönelttiği bilinmektedir.
Yurtdışı kaynaklı eserlerin Türkçe'ye tercümesi sonucu benimsenen radikal fikirler ve bu fikirlerin pratiğe dönüşü olarak kabul edilen İran'daki dini devrim ile birlikte, 1980'li yılların başlarında irticai nitelikli faaliyetler yeni bir boyut kazanmıştır. Bu bağlamda; yayınevleri, dergiler, kitapevleri ve şahıslar etrafında örgütlenmeye giden radikal dini grupların gündeme girdiği gözlenmiştir.
Radikal çizgide sürdürülen faaliyetler sonucu; "Bireysel dini duyarlılıkları ağır basan" insan tipi yerine, "Siyasal manadaki dini anlayışları ön plana çıkaran, örgütlenme gerekliliğini ve hedefini kendi radikal dini referanslarıyla belirleyen" insan tipi ortaya çıkmaya başlamıştır.
1990'11 yılların başına kadar propaganda faaliyetlerini sürdüren ülkemizdeki radikal dini kesimlerden bir kısmının 1990 yılından itibaren şiddete yöneldikleri ve dini motifli terör örgütlerinin oluşumunu sağladıkları gözlenmiştir.
Diğer taraftan yerel-tarihi dini referanslara sahip ülkemizdeki tarikat ve dini akımlar ise, 1998 yılı basından itibaren 8 yıllık kesintisiz eğitim -İmam Hatip Liseleri- Kur'an kursları ve türban konusunda yaşanan gelişmelere ilişkin tepkisel nitelikte propaganda faaliyetleriyle gündeme gelmişlerdir.
Mevcut Durum;
Günümüze kadar dini istismar faaliyetlerine karşı yürütülen çalışmalarla kamuoyunda irtica ile mücadele konusunda gerekli hassasiyet oluşmuş, laik-demokratik-hukuk devletinden ödün verilmeyeceği düşüncesi, aldatılmış mütedeyyin vatandaşların yanı sıra radikal örgütler-gruplar arasında dahi yerleşmiştir.
İrticai tehdidin terör boyutu itibariyle gelinen noktada; geçmiş yıllara göre silahlı eylemlerin büyük ölçüde azaldığı gözlenmektedir.
Gelecekte de ülkemiz açısından tehdit potansiyeline sahip olduğu değerlendirilen Hizbullah terör örgütüne yapılan operasyonlarla söz konusu örgütün kurucu lider kadroları büyük ölçüde etkisiz hale getirilmiş, alternatif lider adaylarından bazıları ise sağ olarak yakalanmış olup, ülke genelinde gerçekleştirilen operasyonlarla örgüte büyük bir darbe vurulmuştur.
Öte yandan Selam (Tevhid), İBDA/C, Hilafet Devleti(İCCB-AFİD), Değişim-Şafak, İslami Hareket Örgütü ve Vasat terör örgütlerinin lider ve eylem kadroları yakalanarak çökme noktasına getirilmiştir.
İrticai nitelikli toplumsal eylemler açısından gelinen noktada, geçmiş yıllara göre gerek eylem gerekse katılım bazında büyük bir düşüşün yaşandığı, hatta bu tür eylemlerin gündemden düştüğü müşahede edilmektedir.
Siyasi açıdan dini istismar eden kesimlerin, geçmişe göre söylemlerini ve siyasi faaliyetlerini demokratik hakların savunulması/kazanılması noktasında ele almaya başladıkları, açıktan irticai nitelikli propaganda ve faaliyetlere yönelemedikleri gözlenmektedir.
Tarikat ve dini akımların yurtiçinden ziyade ülke dışındaki açılım ve faaliyetlerinin hız kazandığı, yurtiçindeki faaliyetlerde ise daha çok sempatizan kitle oluşturma ve mevcudu muhafaza gayretlerinin gözlendiği izlenen gelişmeler arasındadır.
Diğer taraftan, bütün vatandaşlarımızın din ve dince kutsal sayılan değerleri, başta Anayasamız olmak üzere kanunlarımız tarafından teminat altına alınmış,
Türkiye Cumhuriyeti'nin demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğu, herkesin, din, vicdan ve kanaat hürriyetine sahip bulunduğu, kimsenin, ibadete, dini ayin ve törenlere katılmaya, dini inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamayacağı, dini inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamayacağı ve suçlanamayacağı,
Ancak, kimsenin de, devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırmak, siyasi veya kişisel çıkar sağlamak için din duygularını istismar edemeyeceği ve kötüye kullanamayacağı açıkça belirtilmiştir.
Öte yandan Türk Ceza Kanunu'nun bir kısım maddeleri ise dinin ve dini değerlerin korunmasını hedeflerken, bazıları da istismarı önlemeye yönelik olarak düzenlenmiş ve halkı, sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik edenler ceza kapsamına alınmış,
Terörle Mücadele Kanununda "Baskı , cebir, şiddet, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle Anayasa'da belirtilen Türkiye Cumhuriyetinin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzenini değiştirmek" terör suçları kapsamı içerisinde zikredilmiş,
Böylece, bir taraftan vatandaşlarımıza inanma ve bunu rahatça yaşama hürriyeti sağlanırken diğer taraftan da bunun istismar edilmesinin önüne geçilmesi hedeflenmiştir.
Yapılan kamuoyu araştırmalarından, dünyadaki gelişmelere paralel olarak ülkemizde de dindarlık eğilimi artmakla birlikte, dinin radikal yorumlarına duyulan sempatide bir gerilemenin yaşandığı, halkımızın büyük çoğunluğunun dini bireysel olarak yaşamak istediği ve bunu kamusal alana taşıma eğiliminde olmadığı anlaşılmıştır.
Geleneksel İslami anlayışın Mevlana, Yunus, Hacı Bektaş gibi önde gelen isimleri İslamiyeti insan merkezli barış, kardeşlik, hoşgörü, sevgi, birlik ve beraberlik çerçevesinde algılamış ve yaşamışlardır. Buna karşılık, dini referanslarını yurtdışından (İran, Mısır gibi) alan radikal dini anlayışlarda işlenen temalar ise; kin, nefret, korku, kan, ölüm ve başkaldırı gibi kavramlar çerçevesinde şekillenmektedir.
Bu çerçevede, günümüzde birbirlerinden farklı dini anlayış ve faaliyetler içerisinde oldukları gözlenen ülkemizdeki dini kesimler kendi içerisinde; referans kaynakları, stratejileri, söylem ve faaliyetleri itibariyle aşağıda sunulan genel kategori dahilinde tasnif edilmektedir;
Dini Motifli Terör Örgütleri; Yurtdışı kaynaklı radikal dini ideolojilere sahip, illegal örgüt ve şiddet temelinde faaliyetleri görülen oluşumlardır. (Hizbullah İlim, Hizbullah Menzil, Selam -Tevhid, İBDA/C, İslami Hareket Örgütü, Hilafet Devleti-İCCB gibi)
Radikal Dini Gruplar; Yurtdışı kaynaklı radikal dini ideolojilere sahip olmakla birlikte günümüz itibariyle henüz şiddet temelinde faaliyetleri görülmeyen ve daha çok legal alanda faaliyetlerini sürdürmeye çalışan gruplardır. (Hizbullahi Davet, Müslüman Gençlik-Yıldız, Tevhid-i Çekirdek vb)
Dini Şahsi veya Siyasi Emellerine Alet Eden Kesimler; Bazı siyasi partiler başta olmak üzere çeşitli kuruluş ve şahıslar, bu grupta değerlendirilmektedir. Şahsi ya da siyasi amaçlarına dini değerleri alet eden bu gruplar, ağırlıklı olarak legal platformda faaliyet göstermektedirler.
Tarikat ve Dini Akımlar; Faaliyetleri radikal dini gruplara nazaran farklılık arz eden bu kesim, geniş tabana sahip olup, uygulamalarını büyük ölçüde legal imkanlardan istifade etmek suretiyle yürütmektedirler. Dini anlayışları itibariyle de, geleneksel ve tasavvuf! formların ağır bastığı tarikat ve dini akımlara yönelik yapılan çalışmalar yasaların öngördüğü çerçevede sürdürülmektedir. (Tarikatlar - Nakşibendi, Kadiri.. Dini Akımlar - Nurcu, Süleymancı... gibi kesimler)
Mütedeyyin Halk Kitlesi; Yukarıdaki 4 kategori içerisinde ifade edilen gruplardan hiçbirisinin içerisinde yer almayıp, güvenlik güçlerinin çalışmalarına konu olmayan inançlı halk kitlesidir.
Ülkemizdeki dini istismar faaliyetleriyle mücadele yukarıdaki tasnif çerçevesinde yürütülmektedir. Yapılan bu tasnifle, hedef kitle tek bir kalıp halinde değerlendirilmemek suretiyle farklı mücadele yöntemleri geliştirme imkanı bulunmakta ve yürütülen mücadelede dini hassasiyeti olan kesimlerin radikal-terör gruplarının çizgisine kaymalarına da fırsat verilmemektedir.
Gelecekteki Boyutu;
-Günümüzde büyük bir darbe alan ve dağılma sürecine girdikleri gözlenen ülkemizdeki dini motifli terör örgütlerinin, mevcudu muhafaza ve toparlanma eksenli faaliyetlerini devam ettireceği,
-Tehdit boyutu itibariyle öne çıkan Hizbullah Terör Örgütünün intikam amaçlı olarak üst düzey devlet görevlileri, güvenlik güçleri, itirafçılar ile örgütün önünde engel olarak gördüğü diğer kesimlere yönelik eylem arayışlarını sürdüreceği,
-Hizbullah İlim grubunun etkinliğinin azalmasıyla birlikte özellikle Güneydoğu Anadolu bölgesindeki bazı illerde oluşan boşluğu İran'a daha yakın olarak bilinen Hizbullah Menzil grubunun doldurma gayretlerini artıracağı,
-Hizbullahi örgütlenmelerin, toparlanma arayışları kapsamında dini nitelikli propagandanın yanı sıra etnik içerikli propaganda faaliyetlerine de ağırlık verebilecekleri, ayrıca genişleme ve halkın itimadını tekrar kazanma amacıyla Hizbullah ismi dışında yeni kimlikler üzerinden de faaliyetlerin sürdürülmeye çalışılabileceği,
-İran'daki yönetimin durumuna (ılımlı-radikal) paralel olarak ülkemizdeki radikal dini görüşlere sahip şahıs ve örgütlenmelere yönelik siyasi, askeri eğitimin yanı sıra silah ve para yardımlarının gelecekte de söz konusu olabileceği,
-Dini radikalizmde günümüz itibariyle yaşanan gerilemenin gelecekte de devam edeceği, ancak küçülerek lokal hale gelen örgütlenmelerin içinden geçmişe göre küçük fakat daha radikal çizgilerin de öne çıkabileceği ve bu örgütlenmelerin uluslararası işbirliği arayışlarını artırma eğilimine girebilecekleri,
-Dünyadaki dine yönelişe paralel olarak din eksenli konuların gelecekte de kamuoyu gündeminde yoğun olarak yer alacağı, din ve inançlarla bireysel ilişkinin daha da artacağı, bu bağlamda islami kesimler arasında, çağımıza uygun yeni açılımlar geliştirilmesi yönündeki gayretlerin de hız kazanacağı,
-Tarikatların orta yaş, dini akımların ise özellikle öğrenci kesimine yönelik kendi dini anlayışları doğrultusundaki propaganda faaliyetlerini basın-yayın, tv, radyo, internet gibi iletişim araçlarını da kullanmak suretiyle devam ettirecekleri, ayrıca bu kesimlerin yurtiçinden ziyade yurtdışı açılımlarını artırarak sürdürecekleri,
-Bunların yanı sıra artan globalleşme ile birlikte ülkemizde de bilinen dini inançların dışında sapık olarak nitelendirilebilecek bazı dini - felsefi akımların daha sık gündeme gelmeye başlayacağı,
Ancak dini duyguların istismarının halkımızın eğitim ve bilinç düzeyinin gelişimine paralel olarak azalma eğilimine de girebileceği değerlendirilmektedir.
d. Diğer Faaliyetler
Ülkemizdeki Ermeni Patrikhanesi ve Ermeni azınlığın statüsü Lozan Antlaşması ile belirlenmiştir. Günümüz itibariyle ülkemizde yaşayan Ermeni vatandaşlarımızın devlet güvenliği aleyhinde herhangi bir faaliyetleri görülmemektedir.
Ancak Ermeni terör örgütü ASALA başta olmak üzere bazı terör örgütlerinin geçmişte terörist eylemlere başvurdukları ve sözde Ermeni soykırımını dünya gündemine taşıyarak çeşitli kazanımlar elde etmeyi amaçladıkları bilinmektedir. Ayrıca günümüzde Ermeni diasporasının sözde soykırımın kabulü amacıyla uluslar arası platformda yoğun faaliyetler içerisinde bulunduğu bilinmektedir. Sözde soykırımı tanımanın arkasından ise tazminat ve toprak talebinin gündeme geleceği değerlendirilmektedir.
Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi ve ülkemizdeki Rum azınlığın statüsü de Lozan Antlaşması ile belirlenmekle beraber adı geçen Patrikhanenin mevcut statüsü amacını aşan ekümenik vasıf kazanma ve Heybeliada Ruhban okulunun açtırılması faaliyetleri içinde olduğu da gözlenmektedir. Bu nedenle bahse konu patrikhanenin Lozan Antlaşmasında belirlenen statüsünün sürdürülmesi önem arz etmektedir.
Ülkemizde ağırlıklı olarak Mardin ve Şırnak illeri bölgesinde ikamet eden Süryani vatandaşlarımızdan bir kısmı son dönemde ABD ve Avrupa ülkelerine göç etmiş, göç eden Süryani topluluklarından yeni nesiller ülkemiz aleyhine Süryani'lerin bağımsızlık-özgürlük istemlerini dile getiren çeşitli örgütler kurmuşlardır. Bunlar arasında en önemlileri 1995 yılında İsveç'te kurulan Asuristan Kurtuluş Partisi ve K.Irak alanında faaliyet gösteren Beth-Nahrin Yurtsever Devrimci Örgütü'dür. Her iki örgütte Dicle-Fırat nehirleri arasındaki bölgede, bağımsız yeni bir devlet kurmayı hedeflemektedir.
1993 yılından itibaren tamamen PKK'nın güdümünde K.Irak'ta faaliyet gösteren Beth-Nahrin Yurtsever Devrimci Örgütünün az sayıda silahlı kadrosu olduğu bilinmektedir. Söz konusu örgüt ismini Mezopotamya Özgürlük Partisi olarak değiştirmiştir. Mevcut durumu ile PKK'nın yeni dönem stratejisi doğrultusunda faaliyetlerinin izlenmesi gerektiği değerlendirilmektedir.
Son yıllarda, özellikle yurtdışı kaynaklı olmak üzere Ülkemizdeki demografik yapının aslında değişik milletlere ait gizli kalmış unsurlardan oluştuğu iddialarına dayanak bulma yönündeki gayretler kapsamında, Karadeniz Bölgesindeki vatandaşlarımıza empoze edilmek istenen sözde Rum - Pontus ruhunu canlandırmak amacıyla; Yunanistan'da ve diğer ülkelerde bulunan Pontus dernekleri tarafından bölgeye geziler organize edilmekte, muhtelif istismar konuları gündeme getirilerek kültürel bağlar kurulmaya çalışılmaktadır.
Vatandaşlarımızın sosyal ve ekonomik sorunlarını istismar ederek taban kazanmaya yönelik çalışmalar yürüten misyonerler, dünya genelinde Kiliseler Birliği ve ülkeler bazında da değişik isimler altında kurulan bazı dernek, vakıf vb. kuruluşlar vasıtasıyla faaliyetlerini legal zeminde sürdürmeye çalışmakta ve bu noktada ülkemizdeki bu tür vakıf ve dernekleri maske olarak kullandıkları gözlenmektedir.
Ayrıca bazı dini nitelikli faaliyetlerin, ülkemizdeki etnik yapıyı da zemin olarak kullanmak suretiyle taban kazanma arayışlarına yöneldikleri gözlenmektedir. Bu kapsamda, yıkıcı-bölücü amaçlı ideolojik motifli grup ve örgütler ile Hıristiyan misyonerler, Bahai, Yehova Şahitleri gibi unsurlar tarafından özellikle Alevi ve Kürt olarak bilinen vatandaşlarımıza yönelik planlı ve bilinçli olarak faaliyetler yürütülmektedir.
Öte yandan, bazı kesimler tarafından Aleviliğin Şii çizgiye çekilmesi gayretleri dikkat çekmekte, bu bağlamda Aleviliğin gerek Şii, gerek Nusayri ve gerekse ateist çizgide yorumlanması ve bu yöndeki istismarına yönelik faaliyetler yürütülmektedir.
Günümüzde dünya ülkelerinin hedeflerine ulaşmak amacıyla sivil toplum kuruluşlarını araç olarak kullandıkları bilinmektedir. Bu çerçevede yurtdışı merkezli veya uluslarla kuruluşlarla bağlantılı çalışan ülkemizdeki vakıf, dernek, platform v.b. oluşumların milli birlik ve bütünlüğümüz ile ülke menfaatlerimiz açısından faaliyetleri hassasiyet arz etmektedir.
3. ÇIKAR AMAÇLI SUÇ ÖRGÜTLERİ, YOLSUZLUK VE KARA PARA
a.Çıkar Amaçlı Suç Örgütleri
Yolsuzluk, gizlilik, şiddet, devamlılık, çeşitlilik, süratle değişime ayak uydurabilme ve uluslararası bağlantı kurabilme gibi kabiliyetlere sahip olan çıkar amaçlı suç örgütleri haksız olarak ekonomik kazanç elde etmek amacı doğrultusunda kurulmuş suç organizasyonlarıdır. Maddi değerleri yasal yollardan elde etme eğiliminin giderek azaldığı, gayri meşru servet edinme fırsatlarının çoğaldığı, özellikle siyasi ve idari yozlaşmanın arttığı toplumlarda bu suç örgütleri daha süratli bir şekilde gelişmektedirler.
Sözkonusu suç örgütleri çeşitli ülkelerdeki hukuki, sosyal, ekonomik ve teknolojik değişimler ile yeni oluşan şartlardan doğan boşluklardan, bir başka ifade ile "kontrolsüz alanlardan istifade etmeye çalışmaktadırlar. Bu örgütlerin en güçlü silahlarını şiddet oluştururken, yolsuzluk ise mevcudiyetlerini korumak ve sürdürmek için en gerekli faktör olarak ortaya çıkmaktadır.
Özellikle siyasi oluşumlara, güvenlik birimlerine, yargıya ve kamunun diğer birimleri ile toplumda önemli konuma sahip kişilere nüfuz ederek onların güç ve prestijinden faydalanırlar. Böylece herşeyden önce etkili bir suç kovuşturmasına karşı korunma sağlamak ve mücadeleyi olabildiğince engellemek veya önceden tedbir alarak bertaraf etmek isterler.
Çıkar amaçlı suç örgütlerinin faaliyetleri; toplumda kişiler arasındaki geleneksel ilişkilerin zayıflamasına ve bunun akabinde sosyal çözülmelere, merkezi veya yerel kamu yönetiminin etkinliğinin azalmasına, adalet sisteminin yetersiz kalmasına, yolsuzluğun yaygınlaşmasına ve sonunda da siyasi otoriteye duyulan güvene zarar vererek demokratik ve parlamenter sisteme inancın kaybolmasına neden olur.
Mevcut Durum
Ülke içerisindeki ekonomik, sosyal, hukuki ve siyasi alanlarda olumsuz etkiler yaratarak, oluşacak güvensizlik ve kaos ortamından faydalanmaya çalışan bu örgütler, ülkeler arasında kolaylıkla geçiş yapabilmektedirler. Böylece para ve mal hareketlerinden ustaca yararlanıp, işledikleri suçlar vasıtası ile elde ettikleri paralarını karmaşık bankacılık sistemlerinin varlığı sayesinde, ticari usul ve metotları da kullanarak çok hızlı aklayabilmekte ve saklayabilmektedirler. İletişim ve teknolojik gelişmeleri yakından takip ederek amaçları doğrultusunda kullanmaktadırlar.
Profesyonel anlamda çıkar amaçlı suç örgütleri ile mücadelenin başladığı yıl olan 1998'den itibaren, ülkemizde meydana gelen çıkar amaçlı suç olaylarının % 64'ü, İstanbul, Adana, Antalya, Bursa, Gaziantep, İzmir, Kocaeli, Samsun gibi ekonomik ve ticari potansiyelin yüksek olduğu, diğer illere nazaran sanayi, inşaat ve turizm sektörlerini bünyesinde daha fazla barındıran, gelir dağılımında büyük dengesizliklerin yaşandığı illerde meydana gelmiştir.
Bu suç örgütleri ekonomik alanda özellikle inşaat, toptan gıda, tekstil, giyim, lokanta, atık madde, taşımacılık, turizm, eğlence, otomobil, petrol nakliyatı ve ticareti, emlak, döviz alım-satımı, talih oyunları, temizlik ve sosyal güvenlik sektörlerinde, sosyal hayatta ise vakıf, dernek, spor klüpleri ve benzeri oluşumlarda faaliyet göstermektedirler.
Bu alanlarda faaliyetlerini sürdürürken adam öldürme/yaralama/kaçı rma, ev ve işyeri kurşunlama, darp, tehdit, çek-senet tahsilatı, fidye, haraç alma, zorla senet imzalatma, tefecilik, kamu arazilerinin yağmalanması, uyuşturucu madde kaçakçılığı, silah ve mühimmat kaçakçılığı, doku ve organ kaçakçılığı, tarihi eser kaçakçılığı, kadın ticareti, kalpazanlık ve kıymetli evrakta sahtecilik, karapara aklama, gümrük ve tekel kaçakçılığı, yolsuzluk ve insan kaçakçılığı gibi suçları işlemektedirler.
Bu suç örgütleri içerisinde, "bölgeci yapı" kuvvetli olarak devam etmektedir. Asıl çekirdeği oluşturan yapının, bu bağlantıya değer verdiği ve bir örgüt içerisinde yer alan elemanların bir çoğunun genelde aynı bölge insanı olduğu görülmektedir.
Mevcut sosyo-kültürel yapı gereği, toplum açısından dini ve ahlaki değer kabul edilen birçok kavram, bu suç örgütleri tarafından arzuladıkları hedefe ulaşmak için vasıta olarak kullanılmaktadır. Suç örgütlerinin bu faaliyetleri, toplumun sosyal psikolojisine yönelik, zaman zaman sistemli, zaman zaman da kendiliğinden gelişen yöntemlerle gerçekleştirilmektedir. Birçok örgüt önde geleni; iş adamı veya benzeri sıfatlarla eğitim, kültür, spor aktiviteleri, ulusal bayramlar, milli günler ve özellikle tabii afet vb. gibi toplumun duyarlı olduğu konuları çok iyi değerlendirip bu günlerde yine usulsüz olarak elde ettikleri kazançlarından bir bölümünü çeşitli yöntemlerle dağıtmaktadırlar.
Basın ve yayın kuruluşlarının bu konularda yapmış oldukları yayınlar zaman zaman haber niteliğinin ötesinde bu örgütlerin propagandalarına yönelik yayınlar olabilmektedir.
Siyasi ve bürokratik mekanizmanın yolsuzluğa bulaştırılması da, ülkemizdeki suç örgütlerinin kullandıkları yaygın yöntemlerdendir.
Gelecekteki Boyutu
Günümüzdeki teknolojik gelişmelerle birlikte toplumlararası ilişkiler sıklık ve yoğunluğunu artırmıştır. Gelişen küresel ekonomi, çok taraflı kurallara ve kurumlara ihtiyaç göstermektedir. Kredi kartları ve internetin kullanım alanının gün geçtikçe yaygınlaşması ve sonuçta elektronik ticaret olgusunun ortaya çıkması, bazı ülkelerin ekonomik işbirliği yaptığı ülkelere çeşitli gümrük muafiyetleri tanıması gibi olaylar suç ve suçlu profilini değiştirmekte, mali ve bilişim suçları alanında karşımıza uluslararası bağlantıları olan suç şebekelerini çıkarmaktadır. Ekonomik faaliyetlerle ilgili yapılan işlemlerin karışık ve ülkeden ülkeye farklılık göstermesi suç şebekelerinin işini kolaylaştırmaktadır.
Hızla gelişen teknolojinin, bu alanda yeni suç çeşitlerini ortaya çıkaracağı, buna bağlı olarak da sözkonusu örgütlerin yöntemlerini değiştirerek, eylemlerinde daha profesyonel insanları kullanacağı,
Bankacılık ve ticari sektörlerde söz sahibi olmaya çalışarak özellikle ekonomik ve politik sistem üzerinde etkilerini daha fazla arttırmaya çaba gösterecekleri,
Serbest piyasada bazı sektörlerin kısmen suç örgütlerinin kontrolüne girdiği ve bu durumun devam etmesi halinde ekonomik sistemin çıkar amaçlı suç Örgütlerinin kontrolüne geçme riski ile karşı karşıya kalabileceği,
Yukarıda belirtilen olumsuzlukları gidermek maksadıyla etkin ve uygulanabilir önlemler alınmadığı takdirde tehditin yaygınlaşabileceği, siyasal ve kamusal otoriteye duyulan güvenin zarar göreceği ve sisteme olan inancın kaybolacağı bir ortamın oluşabileceği değerlendirilmektedir.
b. Yolsuzluk
Yolsuzluk, bir ceza hukuku sorunu olmanın yanı sıra sosyal ve ekonomik bir olgudur. Suç organizasyonlarının etkin olduğu konuların başında gelen yolsuzluğun yaygınlığı, devlet kurumlarına, siyasi otoriteye duyulan güvene zarar verir ve mevcut sisteme olan inancın kaybolmasına neden olur.
Bu tür suçlar ülkelerin ekonomik, toplumsal ve hukuksal yapılarına göre şekillenmektedir. Bu nedenle, legal yapı içerisinde gizlenerek gerçekleştirilen yolsuzluk suçlarını tespit etmek oldukça zordur. Yolsuzluk suçları gerçekleştirilirken ve suç sonrasında elde edilen haksız değer ve menfaatler gizlenirken uluslararası ticaretin getirmiş olduğu imkanlarla global para ve mal hareketlerinden ustaca faydalanılmaktadır. Yolsuzluğun sonucu olarak ortaya çıkan kayıtdışı ekonomi de sadece vergi kaçırma amacıyla saklanan işlemleri değil, vergiye tabi olsun olmasın milli gelir hesaplarına intikal etmeyen tüm ekonomik faaliyetleri kapsamaktadır. Bu faaliyetler ülke ekonomisini ve kamu yararını zedelemektedir.
Mevcut Durum
Ülkemizde meydana gelen olaylar değerlendirildiğinde, yolsuzluğun "genellikle 3 ve daha fazla kişinin bir araya gelerek bazı kamu görevlilerinin de katılımıyla Devlet Hazinesinin zarara uğratılması" şeklinde gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır. Bu suçla mücadele bir yandan ceza hukuku, diğer yandan da oluşturulan denetim kurulları aracılığıyla yürütülmektedir. Yolsuzluk, çeşitli yasalarla yaptırım altına alınmış olmasına rağmen ülkemiz için önemli bir sorun olmaya devam etmektedir. Bu suçların özellikle devletin mal ve hizmet alımı, gümrük işlemleri, bankacılık, vergi iadesi, tarım, ihracat ve hayvancılık gibi sektörlerin desteklenmesi amacıyla yapılan prim ödemeleri gibi alanlarda ortaya çıktığı görülmektedir.
Gelecekteki Boyutu
Önümüzdeki süreçte ülkemizdeki yolsuzluk kamuoyunda bu bağlamda oluşacak konsensüs ile adli ve idari mekanizmalarda mevcut hukuki düzenlemelerin etkin bir şekilde uygulanması ve hukuki eksiklerin tamamlanmasıyla mümkün olabilecektir.
Tüm bu etkenlerin yolsuzluk suçuyla mücadelede göz önünde bulundurulması, ülkelerarası mevzuatın uyumlaştırılması gerekmektedir. Aksi halde yolsuzluk suçu, varlığını hem de genişleyerek ve küresel olarak sürdürecektir.
Karapara
Suçtan elde edilen gelirlerin çeşitli şekillerde kullanılması yıllardan beri gerek ülkemizde ve gerekse diğer ülke mevzuatlarında suç olarak görülmüş ve cezalandırılmıştır. Ancak özellikle son yıllarda organize suçların artmasıyla birlikte, tüm dünya ülkeleri suçun önlenmesi için suç gelirlerine el konulması suretiyle takip eden suçları işlemelerinin önlenmesi gerektiği fikrini benimsemişlerdir.
Karapara doğrudan yasadışı bir fiilin işlenmesi sonucunda veya yasalara uygun bir fiilden kazanılan paranın ödenmesi gereken vergisinin kaçırılması amacıyla gizlenmesi şeklinde oluşmaktadır.
Karapara kavramı birçok ülkede farklı tanımlanmakla birlikte genel manada suçtan elde edilen paradır. Bu paranın kimliğinin değiştirilmesi suretiyle meşru bir kazanç haline getirmeye çalışmak ise karapara aklama suçudur.
Karapara ve Karaparanın aklanması birbirinden ayrılamayan ama farklı olan kavramlardır. Aklama sürecinde suç kaynaklı karaparaya yeni bir kimlik sağlanmakta, kendisiyle ilişkiye giren kimselerinde bu paranın kaynağını öğrenmeleri engellenmektedir. Suçtan elde edilen para mali sistem içinde uzun müddet kalabilmekte, ekonomik faaliyetler içerisine yayılıp onu çürütmekte ve kendisi de büyümesini devam ettirmektedir.
Mevcut Durum
Ülkemizde 4208 Sayılı Karaparanın Aklanmasının Önlenmesine Dair Kanun ile;
-1918 Sayılı Kaçakçılığın Men ve Takibine Dair Kanundaki,
-6136 Sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar Hakkındaki Kanundaki,
-2238 Sayılı Organ ve Doku Alınması, Saklanması ve Nakli Hakkındaki
Kanundaki,
-2863 Sayıl Kültür ve Tabiat Varlıklarının Korunması Hakkındaki Kanundaki, -213 Sayılı Vergi Usul Kanununun 344 üncü maddesinin 2 ve 3 numaralı
bentlerindeki,
-765 sayılı Türk Ceza Kanunundaki,
Devlet Aleyhine İşlenen Cürümler ve aynı Kanunundaki terör suçları ile Uyuşturucu, Yağma ve Adam Kaçırma, Şantaj, Karaborsacılık, Kalpazanlık ve sahtecilik, Dolandırıcılık ve Hileli İflas suçlarının işlenmesi suretiyle elde edilen para veya para yerine geçen her türlü kıymetli evrakla, mal veya gelirleri veya bir para biriminden diğer bir para birimine çevrilmesi de dahil, sözü edilen para, evrak, mal veya gelirlerin birbirine dönüştürülmesinden elde edilen her türlü maddi menfaat ve değeri karapara olarak belirlenmiştir.
Bu Kanun ile;
Karaparanın aklanmasının önlenmesinde, mali hareketleri incelemek, denetlemek ve karaparanın aklanmasını tespit etmek amacıyla Maliye Bakanlığına bağlı, Mali Suçları Araştırma Kurulu Başkanlığı kurulmuş,
Karaparanın önlenmesine yönelik çalışmalarda ilgili kurum ve kuruluşlarla koordine kurmak, uygulamaya ilişkin politikaları tespit etmek, mevzuat düzenleme
ve tekliflerini değerlendirmekle görevli Mali Suçlarla Mücadele Koordinasyon Kurulu adı altında bir organ oluşturulmuş,
Belirtilen suçlardan sağlanan gelirlere yasal nitelik kazandırılması, yani karaparanın aklanması suç olarak kabul edilmiş ve bu gelirlerin müsadere edilmesi imkanı sağlanmıştır.
Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de Karaparanın aklanması süreci yerleştirme, ayırma ve bütünleşme olmak üzere üç aşamadan oluşmaktadır. Yerleştirme aşamasında suçlunun amacı, suçtan elde ettiği kazancı nakit formundan kurtarmak, ayırma aşamasında fonun kaynağının 'kara' olduğunu gizlemek amacıyla sıklık, hacim ve karmaşıklık açısından yasal işlemlere benzeyen bir dizi mali işlem yapmak ve bütünleşme aşamasında ise yasal gibi görünen kazançlar ile yatırım yapmaktır.
Paranın kimliğini gizlemek için, başta teknolojinin sağladığı imkanlar olmak üzere birçok metot kullanılmaktadır. Yurtdışına kaçırma, kıymetli evraka dönüştürme, serbest bölgelerde sunulan mali hizmetlerden faydalanma, banka transferlerinden yararlanma ve kredi kartlarının kullanılması en belirgin yöntemlerdendir.
Gelecekteki Boyutu
Karaparanın aklanmasını önleyememek, suç gruplarının işledikleri suçlardan maddi fayda sağlamalarını kolaylaştırmaktadır. Bu durum suçu daha cazip hale getirmekte, suç odaklarına daha büyük suçları işlemeleri için imkan sağlamaktadır. Ekonomik ve finansman gücünün suç organizasyonlarında toplanması, nihayetinde milli ekonomiye ve demokratik sisteme zarar verecektir.
Suç aktiviteleri sonucunda elde edilen karaparanın yaratacağı tehlikeler karşısında kayıtsız kalmak, hem daha iyi gizlenmiş, hem de ekonomi ve toplum için daha zararlı etkiler yapabilecek suç türlerini ortaya çıkarabilecektir. Aynı zamanda suçun kontrolü ve yok edilmesi daha zor bir hal alabilecektir.
4. YASADIŞI GÖÇ VE TOPLU SIĞINMA
Türkiye'ye sınır olan veya aynı bölgede bulunan ülkelerin istikrarsızlık içerisinde bulunmaları ve her zaman yeni gelişmelere açık olmaları, bu ülke vatandaşlarının, toplu veya münferit olarak sığınmak amacı ile ülkemize
gelmelerine, iltica etmelerine veya sosyal ve refah seviyesi yüksek batı ülkelerine gidebilmek için transit geçiş ülkesi olarak kullanmalarına sebep olmaktadır. Bu bağlamda ülkemiz, sığınma ve yasadışı göç açısından hedef, transit ve kaynak ülke konumundadır.
Mevcut Durum;
1951 tarihli Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Cenevre Sözleşmesi, ülkemizin içinde bulunduğu bölge göz önünde bulundurularak coğrafi çekince (tercih) ile kabul edilmiştir. Böylece Avrupa'dan gelen yabancılara iltica hakkı tanınmış, diğer bölgelerden gelen yabancılara ise uluslararası hukuk ve uygulamalar açısından geçici koruma hakkı verilmesi zorunluluk teşkil ettiğinden dolayı ulusal mevzuatımızla sığınma hakkı verilmiştir.
Ulusal mevzuatımız, yabancıların sığınmak amacıyla topluca sınırlarımıza gelmesi durumunda, bunların sınırda durdurularak sınırı geçmelerinin önleneceğini, aksine bir siyasi karar alınması halinde ise bu karara göre hareket edileceğini hüküm altına almıştır.
Yasadışı göçmenler Türkiye'de kaldıkları müddetçe; kaçak çalışarak ucuz işgücü oluşturmakta, Türk vatandaşlarının çalışma ve istihdam alanlarını daraltarak, işsizlik sorununu artırmakta, milli kaynakların yurt dışına gitmesine sebep olmaktadır. Yasadışı geçişler sınırlarımızın güvenliğini zedelemekte, çok büyük oranda rant bulunması ve cezai açıdan daha az risk içermesi sebebi ile illegal sınır geçişlerini organize eden çıkar amaçlı organize suç şebekelerinin oluşmasına neden olmaktadır. Terör örgütü PKK'da yasadışı geçişleri organize ederek maddi menfaat sağlamakta, örgüte eleman ve sempatizan kazandırmaktadır.
Yasadışı göçmenler ülke içerisinde sahtecilik, kaçakçılık, fuhuş gibi suçlara karışarak kamu düzenini ve sağlığını tehdit etmekte, yakalandıklarında ise iaşe, ibateleri ve sınırdışı edilmeleri için devlet bütçesinden yüksek miktarda para harcanmasına da sebep olmaktadırlar.
Bunun yanısıra, Türkiye'yi çevreleyen güvenlik kuşağındaki ülkelerde yaşayan Türk soyluların ülkemize legal veya illegal göç etmeleri, stratejik çıkarlarımıza da ters düşmektedir. Sözkonusu kuşakta ülke güvenliğimiz ve etkinliğimiz açısından bu kitlelere ihtiyaç duyulmaktadır.
Gelecekteki Boyutu;
Nüfusu giderek yaşlanan bazı Avrupa devletlerinin genç nüfusa ihtiyacı olduğu bilinen bir gerçektir. Bunun yanı sıra, kendi vatandaşlarının çalışmak istemeyeceği alanlarda kullanılacak ucuz işgücü ise ekonomilerine ayrı bir katkı sağlamaktadır. Diğer taraftan, başka ülkelerden yetişmiş insan göçü (beyin göçü) bu ülkeler için maliyetsiz kazanç anlamına da gelmektedir. Batılı devletlerin belirli oranda göçmen ihtiyacı olmasına rağmen, yasadışı göçü önlemek istemelerinin asıl sebebi, ülkelerine vasıfsız yabancıların gelmesinin engelleyerek, nitelikli kişileri almak istemelerinden kaynaklanmaktadır.
Cenevre Sözleşmesi ve AB Müktesebatı; iltica müracaatlarının değerlendirilmesinde yabancının giriş yaptığı ilk güvenli ülkenin sorumlu olduğunu, mültecilerin zulüm riski taşıyan yere geri gönder ilemeyeceğini ve iade edilemeyeceğini içermektedir. AB Türkiye'nin, Cenevre Sözleşmesine koyduğu coğrafi çekinceyi kaldırmasını istemektedir. Ancak bu çekincenin kaldırılması halinde Türkiye, doğudan batıya transit geçiş güzergahı ve ilk güvenli ülke olarak kabul edileceğinden, AB ülkelerinin kabul etmeyeceği tüm üçüncü ülke vatandaşı yabancılar, ülkemize iade edilebilecek, bu yabancıların asli ülkelerine gönderilmeleri de sözkonusu olamayacaktır.
Böylece Türkiye, Avrupa Birliğini yasadışı göçmenlerden ve mültecilerden koruyan bir tampon bölge haline gelebilecektir. Halihazırda AB, ülkelerinde kamu güvenliğini bozan, arzu etmedikleri üçüncü ülke vatandaşlarını ülkemiz üzerinden asli ülkelerine sınırdışı etmek istemeleride bunun bir göstergesidir.
Komşu ülkelerdeki istikrarsızlık sebebiyle Türkiye, her zaman için münferit veya toplu sığınma/göç olayları ile karşı karşıya kalma tehlikesi içinde bulunmaktadır. Ülkemiz demokratik ve ekonomik yapısı geliştikçe, buna bağlı olarak da sosyal ve refah seviyesi yükseldikçe, mülteci, sığınmacı ve göçmenler için hedef ülke konumunda olacak, aynı zamanda refah seviyesi yüksek batı ülkelerine gitmek için transit bir ülke konumunda bulunacaktır. Avrupa Birliği'ne adaylık sürecimizle birlikte de ülkemize yönelik insan hareketlerinde artışlar görülecektir.
5. CEZAEVLERİ
Mevcut Durum;
Mevzuatta sıkça yapılan değişiklikler ve af yasalarıyla ceza infaz sisteminin bütünlüğü bozulmuş, toplumun suçludan korunması, suçlunun cezasını çekmesi, ıslah edilmesi ve topluma yeniden kazandırılması ilkeleri işlemez hale gelmiş, infaz sistemi caydırıcılığını büyük ölçüde yitirmiş ve yeni suç ve suçlular üretir hale gelmiştir. Cezaevlerinin iç ve dış güvenlik yönetiminin farklı kurumlarda olması ve bunun sonucu olarak da ortaya çıkan çift başlı yönetim uygulamada bir takım sorunları da beraberinde getirmektedir.
Cezaevi iç yönetiminden sorumlu personelin eğitiminin yetersizliği, bu konuda eğitim sağlayan bir okul bulunmaması ve meslek içi eğitimlerin de yetersiz kalması nedeniyle yönetimde istenilen verim ve hizmet düzeyine ulaşılamamaktadır. Tutuklu ve hükümlülerin aynı cezaevlerinde barındırılması, suç niteliklerine ve cezalarının derecelerine göre ayrı cezaevlerine konulamaması, farklı nitelikteki suçluların birbirini etkileyerek cezaevlerinin birer suç okulu haline gelmesine neden olmaktadır.
Cezaevlerinin büyük çoğunluğu koğuş sistemi şeklinde inşa edilmiş olup güvenliğin ve disiplinin sağlanmasına elverişli değildir. Ayrıca bir çok cezaevinin yer seçimi uygun yapılmadığından bir çoğu yerleşim alanı içerisinde kalmıştır. Bu durum bir taraftan cezaevlerinin güvenliğini olumsuz yönde etkilerken diğer taraftan bazı kentlerimizde huzur ve asayişi bozan bir unsur haline gelmiştir.
Cezaevlerinin büyük çoğunluğunun kapasitesinin azlığı ve dağınıklığı, fiziki tedbirlerinin yetersizliği; personel israfına, firarlara ve ekonomik açıdan devlete fazladan mali yüke neden olmaktadır.
Bu sorunların zaman içerisinde köklü çözümlere kavuşturulamaması, cezaevlerinde büyük çaplı isyan ve direniş olaylarına yol açmış ve buda bazı kesimlerin propagandalarıyla ülkemiz açısından olumsuz bir imajın oluşmasına sebep olmuştur.
Sonuç olarak; ceza ve tevkifevlerinde yaşanan sorunlar, bu sorunların nedenleri ve bunlara ilişkin değerlendirmeler, devletin bütün kurumlarının mutabakatını ve gerçekçi çözüm tarzları üzerinde güç birliği yapılmasını zorunlu kılmakta, AB ve Birleşmiş Milletler standartlarına uygun olarak ve bu çevrelerce genel kabul görmüş kurallar çerçevesinde cezaevlerinin ıslah çalışmalarının sürdürülmesi kaçınılmaz hale gelmiştir.
6. TOPLUMSAL ŞİDDET. SUÇ VE SUÇLULUK VE BUNLARI BESLEYEN ETKENLER
Mevcut Durum
Suç, toplumda yaşayan bireyler üzerinde güvenlik endişesi yaratan ve kamu güvenliği için kontrol altına alınması zorunlu olan sosyal, psikolojik, ekonomik ve hukuki bir sorundur. Türkiye'de suç, uzun süre bireysel faaliyet olarak görülmekle birlikte, son 30 yılda suçların görünümü değişmiş ve örgütlü suçlar daha etkin bir hal almıştır.
Bu bağlamda suçların nitelik ve niceliğine bakıldığında her geçen gün artış olduğu gözlenmektedir. Devletimizin imkan ve kaynaklarının terör örgütleri ile mücadele bağlamında yoğunlaşması, diğer suçların artışına zemin hazırlamış, son on yıllık dönemde trafik suçları birinci, asayiş suçları ikinci, kaçakçılık suçları üçüncü, toplumsal olaylar dördüncü, terör suçları beşinci sırada yerini almış, gelişen teknolojinin suçta kullanılmaya başlanması ile yeni suç tipleri ortaya çıkmıştır.
Yine bu döneme ait istatistikler değerlendirildiğinde suçların özellikle nüfus yoğunluğu fazla olan illerde artış gösterdiği görülmektedir. Bu çerçevede, nüfusun ve plansız kentleşmenin yoğun olduğu başta İstanbul olmak üzere büyük şehirler suç dağılımda ön sıralarda yer almaktadır.
Terör olayları ve organize suçlar nicelik olarak trafik ve asayiş suçlarından sonra gelmekle birlikte; kamu düzenine ve hukuk devletine verdiği zararla ülke gündeminde daima birinci sırada yer almaktadır. Ancak, toplumu ve vatandaşı doğrudan etkileyen trafik suçları ile şahsa ve mala karşı işlenen asayiş suçlarının toplumda güvenlik endişesi oluşturmayacak seviyeye çekilmesi de bir zorunluluktur.
Kırsal alanlardan yaşanan göçler sonucu, metropol iller başta olmak üzere şehirlerde ortaya çıkan hızlı nüfus artışı ve çarpık kentleşme, beraberinde gecekondulaşma ve varoş denilen kent dışı yerlerin yaygınlaşmasını getirmekte, bu sağlıksız ortam işsizliğin de etkisiyle yasadışı kolay kazanç yolunun seçilmesine, sosyal kontrol vasıtası olan geniş aile ve komşuluk münasebetlerinin dağılmasına ve suç oluşumuna neden olmaktadır.
Ekonomik ve sosyal sorunlar, hırsızlıktan gaspçılığa, rüşvetten yolsuzluğa, psikolojik bunalımlardan aile geçimsizliklerine hatta intihar girişimlerine kadar bir çok probleme yol açmakta, insanları saldırgan yapmakta ve toplumda suç oranı artmaktadır.
Adalet sisteminin yavaş işlemesi, sıklıkla çıkarılan aflar, suç işleyenlerin genellikle tutuklanmaktan kurtulmaları, tutuklanmayan faillerin suç işlemeye devam etmeleri, cezaların yetersizliği ve caydırıcı özelliğinin olmaması ve yaşam kalitesindeki düşüşün bir sonucu olarak kendisine haksızlık yapıldığını ve/veya adaletli davranılmadığını düşünen kişi sistem içindeki yasal yollarla bu haksızlığın veya adaletsizliğin önlenebileceğine olan inancını kaybetmesinden dolayı adaleti kendince sağlamak amacıyla suç işlemektedir.
Şiddetin kabul edilebilir bir davranış, yasaları ihlal edenlerin kahraman ve bu ihlaller sonucunda yasal otorite ile hiç yüzyüze gelmeyen insan tiplemelerinin sergilendiği televizyon programları ve filmler, suç ve şiddet içeren olayların kamuoyuna duyurulması, insanların suç ve şiddete yönelik davranışları öğrenmelerine neden olmakta, hazırlık soruşturmasında gizli kalması gereken bilgiler basın mensupları ve medya kuruluşları tarafından kamuoyuna duyurularak suçla mücadele zaafa uğratılmaktadır.
Bu bağlamda; çocuklar üzerinde aile ve çevre denetiminin azalması ve çocukların yetişkinler tarafından suçta kullanılmasının da bir sonucu olarak çocuk suçluluğunda artış gözlenmekte; son dönemde çocuk ve kadınların en çok genel adab ve aile nizamı ile şahıs hürriyeti aleyhine suçlar ve yankesicilik/kapkaççılık suçlarından mağdur olduğu görülmektedir.
Ülkemizde, çeşitli nedenlerle artış gösteren suç ve suçlulukla etkin mücadele, öncelikli olarak iç güvenlik birimlerinin çözmesi gereken bir sorun olarak görülmüş, suç ve suçluluğun nedenleri ayrıntılı olarak değerlendirilmemiş, suç ve suçlularla mücadele sistemimiz genellikle suç olayları ortaya çıktıktan sonra olaylara müdahele edilerek suçluların yakalanması, adalete teslim edilmesi ve kişilerin cezalandırılmasına odaklanmıştır.
Gelecekteki Boyutu
Suç ve suçlulukla mücadelede etkin tedbirler alınmadığı takdirde; suç artışı devam edecek; büyük şehirlerimizde ortaya çıkan kapkaç olayları, meskun mahalde silah kullanılması, alkollü sürücülerin sebep olduğu trafik kazaları gibi doğrudan cana ve mala zarar veren suçların yanı sıra tefecilik, değnekçilik gibi bazı olgular da devlet otoritesine duyulan güven üzerinde olumsuz etki yaratabilecek, genç nüfus denetim ve disiplinden uzak kalacak, toplumda sosyal problemler ve saldırgan davranışlar artabilecektir.
Ancak, suç sonrası yapılan işlemlere ağırlık verilerek suçların sebeplerinin tümüyle ortadan kaldırılması ve mevcut şartların iyileştirilmesi mümkün görülmemektedir. Bu nedenle suça neden olan sorunların çözümü ve suçların oluşmadan önlenmesi için suçtan endişe duyan her bir kurumun, sivil toplum kuruluşunun ve vatandaşın suçla mücadeleye aktif katılımı sağlanmalı, işbirliğine ve güven esasına dayalı önleyici yaklaşımlar geliştirilmelidir.
7. İÇ GÜVENLİK STRATEJİSİ AÇISINDAN KAMU YÖNETİMİNİN ETKİN HALE GETİRİLMESİ
Türk Kamu Yönetimi merkezde, taşrada ve yurtdışında örgütlenmiştir. Bakanlar Kurulu, başbakanlık ve bakanlıklar şeklinde yapılanan merkez teşkilatının temel görevi devlet organları arasında eşgüdüm ve uyumu sağlamaktır. Taşra teşkilatı sistemi ise, merkezi yönetimin "il sistemine" göre teşkilatlandığı ve illerinde "yetki genişliği" esasına göre yönetildiği sistemi ifade eder. İllerde valiler ve ilçelerde kaymakamların görev, yetki ve sorumlulukları 5442 Sayılı İI İdaresi Kanunu ile düzenlenmiş olup, asıl olarak koordinasyon, kamu huzurunu ve güvenliğini temin, toplumsal gelişmede öncülük gibi işlevleri yürütmektedir. Etkili ve iyi çalışan bir kamu yönetimi ülke çapında huzur ve barışın sağlanması ve iç güvenliği tehdit eden birçok unsurun ortadan kaldırılması açısından önem arz etmektedir.
Kamu yönetiminin işleyişinden kaynaklanan, ülkenin iç güvenliğini doğrudan veya dolaylı olarak etkileyen sorunların giderilerek kamu yönetiminin iyileştirilmesi, vatandaş-devlet ilişkisinin güven temelinde en üst düzeye çıkarılması, ülke çapında güvenliğin, huzur ve istikrarın sağlanması açısından önemlidir. Diğer bir ifade ile halkın kamu yönetiminden beklentilerine cevap verecek bir yapılanmaya gidilmesi için sosyal adaleti ve çağdaş gelişmeleri gözeten bir kamu yönetimi yapısının ve işleyişinin oluşturulması gerekmektedir.
Mevcut Durum
-Ülkemizde kamu yönetiminin etkin ve verimli çalışmasının önündeki en önemli engeller; yetki-görev-sorumluluk üçlüsünün orantısızlığı, hantal yapı, kırtasiyecilik, politizasyon ve modern gelişmelere/çağın gereklerine yeterince açık olmamasıdır. Bütün bu sayılan mahsurları bertaraf etmek için kısa, orta ve uzun vadeli stratejiler tespit edilip kararlılıkla uygulamaya konmalıdır.
-Temel hizmetlere, kırsal ve bölgesel kalkınmaya yeterli kaynak aktarı lamamaktadır. Bu durumun sonuçlarından birisi de bölgeler arası gelişmişlik farklarının artmasıdır. Ayrıca az gelişmiş yörelerden kaynaklanan iç göç kentlerde işsiz, eğitimsiz ve gayri memnun kitleler yaratmakta bu durum illegal örgütlerin rahat faaliyet gösterebileceği uygun.alanlar oluşturmaktadır.
-Kamu personel rejiminden kaynaklanan ücret dengesizliği, eğitim yetersizliği, etkili ve verimli olamama gibi sebeblerle kamu yönetimi yeterince kaliteli hizmet üretememektedir.
-Kamu yönetiminde yeterli şeffaflık sağlanamamıştır. Denetim mekanizmaları etkin olmayıp, kamuoyu denetimine yeterince açık değildir.



ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
İÇ GÜVENLİK STRATEJİSİ
1. İÇ GÜVENLİĞE İLİŞKİN HEDEFLER
a.İç Tehdit Unsurlarına Yönelik Alınması Gereken Tedbirler Genel Tedbirler
(1) Teröre zemin oluşturan bölgesel, sosyal ve ekonomik alandaki olumsuzlukların ortadan kaldırılması için yapılacak etüt çalışmaları çerçevesinde eylem planları ve projeler hazırlanarak uygulamaya konulmalıdır.
(2) Terör örgütlerinin finans kaynakları tespit edilerek uluslar arası boyutları da dahil olmak üzere gerekli tedbirler alınmalıdır.
(3) Terör örgütleri ile mücadele eden güvenlik kuruluşları teknolojik, lojistik ve mali yönden güçlendirilmelidir.
(4) Sivil toplum kuruluşlarının, terörle mücadele konusunda bilgilendirilmesi ve bu çerçevede duyarlı olmaları sağlanmalıdır.
(5) Terör yönünden hassas bölgelerdeki kamu hizmetleri, nitelikli, eğitilmiş ve duyarlı personel ile sürdürülmelidir.
(6) Ülkemizde faaliyet gösteren terör örgütlerine doğrudan veya dolaylı olarak yardım ve destek sağlayan ülkeler nezdinde gerekli girişimlerde bulunularak güvenlik işbirliği görüşmeleri kapsamında uluslararası platformlarda ortak mücadele yolları aranmalı ve konu sürekli gündemde tutularak gerektiğinde söz konusu ülkeler uluslar arası kamuoyunda teşhir edilmelidir.
(7) Bölücü, yıkıcı ve irticai örgütlerin devlet kademelerine sızma ve kadrolaşmalarına karsı son derece duyarlı olunmalı, ancak şahsi menfaat vb nedenlerle, devletine bağlı, çalışkan ve dürüst personelin art niyetli kişilerin asılsız ihbar ve iftiralarıyla yıpratılmasına fırsat verilmemelidir.
(8) Halkın can ve mal güvenliğinin sağlanmasında, huzur ve asayişin temininde doğrudan etkili olan şehirleşmedeki düzensiz ve imarsız yapılaşma
önlenmelidir.
(9) Örgütsel yapının ve faaliyetlerin devamına engel olacak nitelikte ve uluslararası standartlara uygun cezaevleri yaygınlaştırılmalıdır.
(10) Terör suçlarından dolayı mahkum olanlar hiçbir gerekçe ile af yasaları kapsamına alınmamalıdır.
(11) Ülke birliği ve milli çıkarlar göz önüne alınarak, basın ve yayın kuruluşlarının terör örgütlerin propagandasına alet olmamaları yönünde gerekli idari ve yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
(12) Terör örgütlerinin eleman temin etmek amacıyla sürdürdükleri propagandaları etkisiz hale getirmeye yönelik olarak öğrenci-gençlik kesimi ve
ailelerinin bilinçlendirilmesine çalışılmalıdır.
(13) Terörün neden olduğu insan kaybı ile ekonomik, sosyal ve psikolojik
alanlarda yarattığı tahribatın boyutlarını ortaya koyacak çalışmalar yapılarak, bu
çalışmalar ülke dışına taşınmalıdır.
(14) Bölücü, yıkıcı ve irticai faaliyetlerle mücadelede öngörülen tedbirlerin
etkinliğini temine yönelik görevlendirilen kurum ve kuruluşların çalışmalarının
etkin ve sonuç alıcı olmaları sağlanmalıdır.
Bölücü ve Yıkıcı Faaliyetlere Yönelik Tedbirler;
(15) Bölücü faaliyetleri meşru gösterecek hiçbir ulusal ve uluslar arası
belge oluşturulmamalı ve imzalanmamalıdır.
(16) Bölücü örgütlerin maksatlı olarak kullanabileceği ve gelecekte mehaz
alabileceği muhtemel beyanatlardan ve kararlardan tüm kamu görevlileri
kaçınmalıdır.
(17) PKK'nın son dönemde legalleşme faaliyetlerinin önemli bir bölümünü,
müstakil Kürt kültürünün oluşturulması/ispatlanması çalışmaları oluşturmaktadır.
Buna karşın Kürt orijinli vatandaşlarımız ile tek ve ortak bir kültürün mensubu
olduğumuzu ortaya koyacak pek çok arkeolojik, tarihsel, bilimsel, sosyolojik ve
kültürel veriler değerlendirilerek, elde edilecek sonuçlar çeşitli etkinlik ve
çalışmalarla uygun bir şekilde kamuoyu bilgisine sunulmalıdır. Başta
üniversitelerimiz olmak üzere, araştırma kuruluşlarımız bu konuda gereken
duyarlılığı göstermeli, bölge halkının ve tarafsız yabancı bilim adamlarının da
desteğiyle etkin ve mevcut kuşkuları giderici çalışmalar yapılmalıdır.
(18) Merkezi ve yerel düzeyde uygulanan güvenlik politikaları yeniden
gözden geçirilmeli, her ilin mevcut durumu göz önüne alınarak etkin, sürekli ve
bölgedeki terör psikolojisini en aza indirecek tedbirlere öncelik verilmeli, bu
çerçevede yayla yasağı gibi güvenlik uygulamaları tedricen kaldırılmalıdır.
(19) Eğitim, sağlık ve alt yapı sorunlarının büyüdüğü hızlı nüfus artışının
yaşandığı bölgelerde, nüfus artış hızını ortalama nüfus artış oranı ile uyumlu hale
getirmek amacıyla ilgili kuruluşlar tarafından sivil toplum örgütleri aracılığıyla
sürekli, etkin ve gönüllü eğitim çalışmaları yürütülmelidir.
(20) Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinin ekonomik yönden geliştirilmesi
amacıyla özel sektör yatırımlarını teşvik eden yasal ve idari düzenlemeler
yapılmalı, tarım ve hayvancılık geliştirilmeli, istihdam yaratıcı projelere yeterli
kaynak tahsis edilmeli ve teşvik uygulamalarının suistimalinin önlenmesine yönelik
etkin denetim yapı imalıdır.
(21) Terör nedeniyle boşalan köyler için başlatılan Köye Dönüş Projesinin
etkin bir şekilde uygulanmasına devam edilmeli ve köylünün ihtiyaçlarını karşılayan
modern yerleşim alanlarının kurulması sağlanmalıdır.
(22) Geçici Köy Koruculuğu sistemi kademeli olarak kaldırılmalı, bu kesimin
ekonomik ve sosyal beklentilerini karşılayacak idari düzenlemeler yapılmalıdır.
(23) Bölgeyi ziyaret eden yabancı heyetleri tamamen bölücü zihniyetti
kişilerin inisiyatifine bırakmak yerine, hazırlanacak program dahilinde, kamu
görevlileri ve diğer sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri ile de görüşmeleri
sağlanmalıdır.
(24) Yıkıcı terör örgütleri tarafından, üniversite gençliğinin sosyal ve
ekonomik sorunlarının istismar edilmesi önlenmeli ve bu sorunların çözümüne
yönelik gerekli tedbirler alınmalıdır.
(25) Yıkıcı ve bölücü örgütlerin başta İstanbul olmak üzere metropollerin
varoşlarında yaşayan özellikle kürt ve alevi vatandaşlarımıza yönelik uyguladıkları
propagandaları ve yürüttükleri faaliyetleri etkisiz hale getirmek amacıyla,
aydınlatma ve bilgilendirme amaçlı çalışmalar icra edilmeli ve söz konusu
örgütlerin eleman temini bağlamında bu kesimi istismar etmeleri önlenmelidir.
İrticai Faaliyetler ve Din İstismarına Yönelik Tedbirler
(26) Günümüz itibariyle irticai tehdidin güvenlik boyutunda başarılı bir
noktaya gelinmiştir. Bu aşamada irticai faaliyetler ve din istismarıyla mücadele
sadece güvenlik boyutuyla ele alınmamalı, konuya dini, kültürel, sosyal ve
ekonomik yönlerden de yaklaşılmalıdır.
(27) İrtica ile mücadele belli bir sürece bağlı olarak bilimsel çerçevede
ele alınmalı, aceleci ve toptancı çözüm önerilerden kaçınılmalı, devleti değil insanı
esas alan ve çağdaş yeniliklere açık islami anlayış ve yorumlar öne çıkarılmalı, bu
hususta üniversiteler ve Diyanet İşleri Başkanlığı öncülüğünde aydın din ve bilim
adamları ile sivil toplum kuruluşlarından yararlanılmalıdır.
(28) Din ve dini duyguların istismarı büyük ölçüde bilgi eksikliğinden
kaynaklanmaktadır. Bu noktada kamuoyu dini istismar faaliyetlerine karşı
aydınlatılmalıdır.
(29) İrtica ile mücadele faaliyetleri yürüten personel bilgili, bilinçli,
duyarlı, insan ve toplum psikolojisini bilen personelden seçilmelidir.
(30) Dini inançlarında samimi olanlarla, dini istismar gayreti içerisinde
olanlar belirgin şekilde ayrılmalı, mütedeyyin kesimlerin, radikal örgütlenmelerin
propagandalarına açık hale gelmesine neden olabilecek tutum ve davranışlardan
kaçınılmalıdır.
(31) Tarikat ve dini akımlarca vakıf, dernek, okul, yurt ve dershaneler
aracılığı ile öğrenci kesimine karşı yürütülecek ideolojik nitelikli faaliyetlere
karşı gerekli denetimlere sürekli olarak devam edilmeli, Türkiye Cumhuriyetinin
üniter yapısına, ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğüne, demokratik ve laik
düzenine karşı yürütülebilecek her türlü irticai nitelikteki faaliyetlere karşı
gerekli ve etkili tedbirler alınmalıdır.
(32) AB sürecine girilen bir dönemde inançların tebliğ ve propagandasının
yapılması, demokratik haklar kapsamında değerlendirilmekle birlikte, söz konusu
dini propagandalar tahrip edici bir nitelik kazanmadan, yapıcı ve birleştirici yöne kanalize edilmelidir. Bu konuda Diyanet İşleri Başkanlığı ve bilim çevreleri yönlendirici olmalıdır.
(33) İrticai tehdidin radikal fikir ve terör boyutunun ülkemizde dini
nitelikli konularda yaşanan gerilimli ortamlardan beslendiği dikkate alınarak
toplumda tansiyonu yükseltici, kutuplaşmayı artırıcı tavır ve davranışlardan
kaçınılmalıdır.
(34) Ülkemizdeki tarikat ve dini akımlarla, yurtdışı kaynaklı radikal dini
anlayışlara sahip örgüt ve grupların, uyuşmazlık içinde oldukları ve birbirlerini din
dışılıkla suçladıkları göz önünde bulundurularak bu durumdan yararlanılmalıdır.
(35) Ulusal ve uluslararası platformlarda İslami terör, İslamcı terör gibi
kavramların kullanılmamasına özen gösterilmeli, bu ifadeler yerine dini motifli
terör, radikal dini hareketler gibi kavramlar kullanılmalıdır.
(36) Yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın irticai unsurlar tarafından
istismar edilerek, ülkemiz aleyhine kışkırtılmalarını önlemeye yönelik olarak bu
ülkelerdeki din görevlilerimizin daha aktif çalışmaları sağlanmalıdır.
(37) İslami sermaye, yeşil sermaye gibi adlarla kamuoyunda anılan
gruplaşmalar ile bunların olabilecek ideolojik boyutlu faaliyetleri hassasiyetle
takip edilmelidir.
(38) Dini motifli terör örgütleri ve radikal dini grupların istihbarı" ve
operasyonel takibi hassasiyetle devam ettirilmeli ve bu örgütlenmelerin
toparlanmasına fırsat verilmemelidir.
(39) Demokratik hakların kullanılması adı altında Türkiye Cumhuriyeti
Devletini, Anayasal kurumları ve Ulu Önder ATATÜRK'Ü yıpratma amaçlı yapılan
eleştiri, söylem ve faaliyetlere karşı hassas olunmalıdır.
(40) Her ortam ve aşamada aşağıdaki hususların sürekli olarak işlenmesi
sağlanmalıdır.
- Laiklik, dinsizlik demek değildir.
- Laiklik dinin yaşanmasının yanısına, istismarının önlenmesinin de en
büyük teminatıdır.
- İslamiyet, en geniş ölçüde din ve vicdan hürriyetini tanır.
- Laiklik, Devletin vatandaşlarına din ayrımı yapmaksızın hizmetlerini
sunmasını gerektirir.
- İslamiyet, inanç ve ibadette zorlamayı reddeder.
- Laiklik, Müslümanlara ve inançlarına baskı aracı değildir.
- İslamiyet, şiddeti değil, tebliği esas alır.
- İslamiyet, bir ırkın, bir zümrenin, bir şahsın siyasal hakimiyet
kazanması için bir araç değil, insanları, Allah'a iman etmeye çağıran bir
dindir.
- Laiklik din ve vicdan hürriyeti demektir. Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşları istediği dini seçmek ve gereğini yerine getirmek hakkına
sahiptir.
- Alevilik ve Bektaşiliğin Şiilikle bir ilgisi yoktur. Gerçekte Alevilik ve
Bektaşilik, tarihi-kültürel sürecin ortaya çıkarttığı, tasavvufi içerikli
şekli farklılıktan ibarettir.
- İslamiyet; ayrılık değil, tevhit (farklılıkları bütünlük içerisinde görme)
dinidir.
- Devlet, dini inanç ve duyguların kişisel çıkarlar uğruna istismar
edilmesine kesinlikle fırsat vermez.
- Kur'an herhangi bir devlet modelini öngörmez. Kuran'ın hedefi "İslam
devleti" değil, "Müslüman toplum"dur.
Diğer Faaliyetlere Yönelik Tedbirler;
(41) Vatandaşlarımızın sosyal ve ekonomik sorunlarını istismar ederek
taban kazanmaya yönelik çalışmalar yürüten misyonerlerin, son dönemlerde etnik
ve sosyal yapımızdaki unsurları da kullanmak suretiyle yürüttükleri bölücü ve
yıkıcı faaliyetlerine karşı gerekli tedbirler alınmalıdır.
(42) Son yıllarda, özellikle yurtdışı kaynaklı olarak Karadeniz Bölgesindeki
vatandaşlarımıza yönelik olarak sözde Rum - Pontus ruhunu canlandırmak amacıyla
yürütülen propaganda ve faaliyetlere karşı gerekli tedbirler alınmalı ve
uygulamada süreklilik sağlanmalıdır.
(43) Hıristiyan misyonerler, Bahai, Yehova Şahitleri gibi unsurlar
tarafından özellikle Alevi ve Kürt olarak bilinen vatandaşlarımıza yönelik planlı ve
bilinçli olarak yürütülen faaliyetlere karşı duyarlı bulunulmalı ve vatandaşlarımız
bu konularda bilinçlendirilmelidir.
(44) Günümüzdeki Ermeni diasporasının faaliyetleri yakından takip edilerek
sözde Ermeni soykırımını dünya gündemine taşıma çabalarını engellemeye ve söz
konusu iddiaların gerçek dişiliğini dünya kamuoyuna anlatmaya yönelik etkin çalışmalar yürütülmelidir.
(45) Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi'nin mevcut statüsü ve amacını aşan
ekümenik vasfı kazanma ve Heybeliada Ruhban Okulunun açtırılması
faaliyetlerine karşı gerekli tedbirler alınmalı ve bahse konu patrikhanenin Lozan
Antlaşmasında belirlenen statüsü korunmalıdır.
(46) Bazı kesimler tarafından Aleviliğin Şii çizgiye çekilmesi gayretleri
çerçevesinde; Aleviliğin gerek Şii, gerek Nusayri ve gerekse ateist çizgide
yorumlanmasına ve bu yöndeki istismarına karşı duyarlı bulunulmalıdır.
(47) Ülkemizde değişik isimler altında kurulan ve yurtdışı bağlantılı
faaliyet gösteren vakıf, dernek vb. kuruluşların yürüttükleri faaliyetler ülke
güvenliği ve çıkarları açısından hassasiyetle takip edilmelidir.
b.Çıkar Amaçlı Suç Örgütleri, Yolsuzluk Ve Kara Para İle Mücadeleye İlişkin Tedbirler
Yasal Tedbirler;
(1) 4422 Sayılı Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanunu'nda
bulunan ve bu suçların araştırılması sırasında güvenlik birimleri tarafından
uygulanabilen "iletişimin dinlenmesi ve tespiti, gizli izleme, kayıt ve verilerin
incelenmesi, gizli görevli kullanılması, hak ve alacaklara ilişkin tedbirler, tanığın ve
görevlilerin korunması, yurtdışına çıkma yasağı ve gizliliğin ihlali, yetkililerin
sorumluluğu ve cezalandırılması tedbirleri, 4208 Sayılı Karaparanın Aklanmasının
Önlenmesine Dair Kanun, 1918 sayılı Kaçakçılığın Men ve Takibine Dair Kanun
(teşekkül halinde işlenen kaçakçılık suçları için) ve Türk Ceza Kanununun 313.
Maddesi (cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak suçu için) için de
uygulanabilmelidir.
(2) En az iki yıl ve daha fazla cezayı gerektiren suçların işlenmesi suretiyle
elde edilen para veya para yerine geçen her türlü kıymetli evrakla, mal veya
gelirleri veya bir para biriminden diğer bir para birimine çevrilmesi de dahil, sözü
edilen para, evrak, mal veya gelirlerin birbirine dönüştürülmesinden elde edilen
her türlü maddi menfaat ve değer de karapara olarak değerlendirilmelidir.
(3) Karapara soruşturmalarında, çalışmaların bilgi aktarımı konusunda
meydana gelen gecikmelerden dolayı aksamaması ve koordinasyonun daha sağlıklı
kurulabilmesi için Mali Suçları Araştırma Kurulu Başkanlığı (MASAK) İçişleri Bakanlığı'na bağlanmalıdır.
(4) Öncül suç ile Karapara arasındaki bağlantıdan dolayı Karaparanın
aklanması suçu Asliye Ceza Mahkemeleri yerine öncül suça bakmaya yetkili
mahkemelerde görülmelidir.
(5) Bankaların müşterilerine Çek karnesi vermelerinden dolayı herhangi bir
yükümlülükleri yoktur. Herhangi bir araştırma yapılmaksızın çek karnesi
verildiğinden dolayı karşılıksız çek olayları sıkça meydana gelmektedir. Bu
gelişme Çıkar Amaçlı Suç Örgütleri için geniş bir çıkar alanı yaratmaktadır. Bu
nedenle çek karnesinin müşterilere verilmesinde banka garantisi sistemi
getirilmelidir.
(6) Araştırmaların kolaylaştırılmasına yönelik olarak kişilerin kamu ve özel
kuruluşlar nezdindeki tüm bilgilerinin MERNİS kimlik numarası üzerinden
izleneceği (ticari sicil, tapu-kadastro-nüfus ve vatandaşlık bilgileri, bankalar ve
karayolu yetki belgeleri vs.) ve yetkili birimlerin bu bilgilere ulaşmasına imkan
verecek bir sistem kurulmalıdır
(7) Bütün suçlardan elde edilen geliri yasadışı para olarak kabul eden
Avrupa Konseyinin 1990 tarihli Karapara Aklama, Araştırma, Yakalama ve Suçtan
Elde Edilen Gelirin Müsaderesi Sözleşmesinin, 1999 tarihli Yolsuzlukla
Mücadeleye İlişkin Ceza Hukuku Sözleşmesi ve Yolsuzlukla Mücadeleye İlişkin
Medeni Hukuk Sözleşmesi ve 15.12.2000'de Palermo'da imzalanan BM Sınır Aşan
Organize Suçlarla Mücadele Sözleşmesi ve Eki Protokolleri onaylanmalı ve bu
konudaki mevzuat sözkonusu uluslararası sözleşmelere uygun hale getirilerek
uygulamaya aktarılması sağlanmalıdır.
İdari Tedbirler;
(8) Örgütlü olarak işlenen suçların ortaya çıkartılması ve delillendirilmesi
son derece zordur. Bu nedenle Çıkar amaçlı suçlarla mücadelede yapılan
çalışmalar yetkili Savcının eşgüdümünde, ilgili kolluk ve kamu kuruluşlarından
görevlilerin katılımıyla oluşturulacak Çalışma Gruplarınca hazırlanacak projeler
aracılığıyla yapılmalıdır.
(9) 4422 Sayılı Çıkar amaçlı suç örgütleriyle mücadele yasasında hukuki alt
yapısı tamamlanmış olan "Tanıkların Korunması" işlemlerinde kullanılmak üzere
gerekli maddi altyapı hazırlanmalıdır.
(10) Çıkar amaçlı suçlarla mücadele eden değişik birimlerdeki görevliler
yasal güvenceler altına alınmalı, bu birimlerin yönetici ve yardımcılarının bu
görevlere nasıl gelecekleri, ne kadar süre hizmet edecekleri ve ayrılışları
belirlenmelidir.
(11) Suç örgütlerinin finans kaynaklarını kurutmadan, ellerindeki haksız
olarak temin edilmiş kazançlara el koymadan, işlemekte oldukları ya da
işleyecekleri suçları yada örgütün varlığını önlemek mümkün değildir Bu nedenle
mücadele eden personelin, örgütlerinin kullandıkları yöntemler ile suçların
soruşturulmasında kullanılan özel yöntemler konusunda sürekli eğitilmeleri
sağlanmalıdır.
(12) Yetişmekte olan neslin ve sivil toplum örgütlerinin çıkar amaçlı suç
örgütlerine ve yolsuzluğa karşı daha duyarlı ve gerektiğinde her türlü demokratik
tepkiyi gösterecek bir yapıda olmasını sağlayacak eğitim programlarının basın
yayın organlarında yayınlanması sağlanmalıdır.
(13) Bu suçlarla mücadelede başarıya ulaşmak için uluslararası işbirliğine
önem verilmeli ve etkin olabilmesi sağlanmalıdır. Bu doğrultuda; başka bir ülkede
yolsuzluk suçlarına karıştıktan sonra ülkelerine kaçan sanıkların iade edilmeleri
sağlanmalı, bu alanda adli yardımlaşma, eğitim ve operasyonel işbirliği
güçlendirilmelidir.
(14) Yolsuzluklarla ilgili davaların süratle sonuçlandırılmasını teminen bu
suçların görüleceği ihtisas mahkemelerinin kurulması sağlanacaktır.
(15) Kamu hizmetlerinin yürütülmesinde zorunlu bağış alınması engellenecek
bu doğrultuda zorunlu kamu vakıflarının ve derneklerinin kamu kurumları ile
ilişkileri kesilecektir.
c. Yasadışı Göç Ve Toplu Sığınma İle İlgili Alınması Gereken Tedbirler Genel tedbirler:
(1) 1951 tarihli Mültecilerin Hukuki Durumunu Dair Cenevre Sözleşmesine koyduğumuz coğrafi çekincenin kaldırılması, AB'ye tam üyeliğimiz gerçekleştikten sonra değerlendirilmelidir.
(2) Ülkemize yönelik toplu bir sığınmacı akımının önceden haber alınması ve
önlenmesi için gerekli çalışmalar yürütülerek, muhtemel göç hareketleri
kaynağında durdurulmaya çalışılmalıdır.
(3) Bir sığınma akımına maruz kalınması halinde sığınmacılar sınırda
durdurularak sınırı geçmeleri önlenmeli, insani yardım sınır ötesinde yapılmalıdır.
(4) Sınırlarımıza gelen toplu sığınmacıların ülkemize kabulü halinde
öncelikle silahtan arındırılıp, muharip ordu mensupları sivillerden ayrılarak
Genelkurmay Başkanlığına devredilecektir. Siviller, güvenlik açısından tehlike
oluşturmaması halinde belirlenecek "İleri toplama bölgelerine" yerleştirilecektir.
Krizin boyutuna göre sığınmacılar bilahare "Geri toplama bölgelerine" sevk
edilecektir. Sığınmacılar, üçüncü ülkelere veya ülkelerindeki şartlar normale
döndükten sonra orjin ülkelerine geri gönderileceklerdir.
(5) Başka ülkelerde bulunan Türk soyluların legal veya illegal olarak
Türkiye'ye göçü önlenmelidir. Türkiye'ye bir şekilde gelmiş illegal konumda
bulunan soydaşlara hükümet kararları ile topluca ikamet izni verilmeyerek
ülkemize yönelik arzuları kırılmalıdır. "Yerinde Kal" politikası gereği soydaşlar
bulunduğu ülkelerde kalmaları teşvik edilerek gerekli maddi ve manevi destek
sağlanmalıdır.
İdari Tedbirler;
(7) Yasadışı geçişleri önlemek için kara ve deniz sınır kontrollerinin
etkinliği artırılarak, yasadışı göçmenlerin ülkemize girişlerinin önlenmesi ve
geldiği yoldan sınırdışı edilmeleri amacıyla, sınır makamları ile kolluk kuvvetleri
arasında işbirliğinde bulunulmalıdır.
(8) Yasadışı göçmenlerin yakalanması, kontrol altında bulundurulması ve
ülke dışına çıkarılması konusunda kolluk kuvvetleri ile ilgili diğer birimler etkili
mücadele için işbirliğini güçlendirmelidir.
(9) Yabancıların kaçak çalışmalarını ve çalıştırılmalarını önlemek için
İçişleri, Maliye, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlıkları birlikte hareket ederek,
denetimlerini artırmalıdır.
Yasal Tedbirler;
(10) 2004 yılına kadar AB Müktesebatı çerçevesinde iltica, sığınma ve göçle
uğraşan birimler, İçişleri Bakanlığı bünyesinde en az Daire Başkanlığı seviyesinde
yeniden yapılandırılarak;
(a)Türkiye'ye doğrudan bir sığınmacı veya yasadışı göçmen akınını teşvik etmeyecek şekilde özel bir İltica-Sığınma yasası hazırlanıp yasallaştırılmalı ve bu kapsamda gerekli alt yapı değişiklikleri yapılmalı,
(b)Karar vermede yetkili ve merkezi tek bir makam haline getirilmeli, (c)Mülteci-sığınmacı, menşei ülke bilgileri veri tabanı güçlendirilmelidir.
(11) Coğrafi çekince kaldırılmadan önce külfet paylaşımı ilkesine uygun
olarak. Batılı ülkelerden Türkiye'deki mültecileri ülkelerine kabul edeceklerine
dair taahhütler alınmalıdır.
(12) Yasadışı göçmenler için geri gönderme merkezleri oluşturularak,
yabancıların burada uzun süreli tutulabilmeleri için gerekli yasal düzenlemeler
yapılmalıdır.
(13) Yasadışı göçle mücadelede uluslar arası işbirliği artırılmalı, mevcut
anlaşmalara ilave olarak, ülkemize yönelik yasadışı göçe kaynak ve transit
konumda olan ülkelerle "Geri İade-Kabul Antlaşmaları" yapılmalıdır.
(14) Yasadışı göç ve insan kaçakçılığının önlenmesi için; bu suça karışanlara
verilen cezaların artırılması, suçta kullanılan araç gereçlere el konulması, aracı
kurum ve kuruluşların faaliyetlerinin men edilmesi, yabancıların kaçak
çalışmalarının veya çalıştırılmalarının önlenmesi için cezaların caydırıcı hale
getirilmesi, pasaportların ve vizelerin AB normlarına ve uluslar arası standartlara
göre düzenlenmesi ile ilgili; Pasaport, Ceza (Göçmen Kaçakçılığı ve Ticareti),
Yabancıların İkamet ve Seyahatleri Hakkındaki Kanun ve ilgili diğer Kanunlarda
gerekli değişiklikler veya yeni düzenlemeler yapılmalı ve bu alanlardaki mevzuat
boşlukları giderilmelidir.
d.Cezaevleri İle İlgili Alınması Gereken Tedbirler
(1) Cezaların infazına ilişkin mevzuat; infaz sürelerini, açık cezaevine
ayrılma ve şartla tahliyeye ilişkin kuralları, cezaların caydırıcılığını ve iyileştirme
esaslarını kapsayacak şekilde yeniden düzenlenmelidir.
(2) Cezaevlerinin iç ve dış yönetimi tek elde toplanmalıdır.
(3) Cezaevi yönetici ve güvenlik personelinin seçimi, eğitimi ve ataması
uluslararası kabul görmüş standartlara göre yapılmalıdır.
(4) Cezaların infazında tutuklu ve hükümlülerin birbirlerinden ayrılması
sağlanmalıdır.
(5) Kadın ve çocuk hükümlü ve tutuklular, yaşlarına ve cinsiyetlerine göre
ayrı cezaevleri/ıslahevlerinde barındırılmalı, Avrupa Birliği ülkelerindeki
örneklerine uygun olarak çocuklara yönelik eğitimevi ve tedbirevleri faaliyete
geçirilmelidir.
(6) İnşa edilecek cezaevleri ile iç ve dış güvenlik sistemleri Avrupa ve
Birleşmiş Milletler cezaevi standart kuralları çerçevesinde inşa edilmeli, bu
bağlamda koğuş sistemi aşamalı olarak terk edilmelidir.
e.Toplumsal Şiddet, Suç Ve Suçluluk Ve Bunları Besleyen Etkenler İle Mücadele İçin Alınması Gereken Tedbirler
(1) Önleyici kolluk hizmetine ağırlık verilmeli, bu doğrultuda kolluk
birimlerinin suç analizi yapabilme kapasitesi artırılmalı, suç analizi çalışmaları
sonrasında oluşturulan suç önleme stratejilerinin uygulanması için gerekli
düzenlemeler yapılmalı ve kaynaklar ayrılmalıdır.
(2) Kamu kuruluşları, sivil toplum örgütleri, medya, aile, okul ve bireylerin
suçu önlemede işbirliği yapmaları ve bu çerçevede yapılacak faaliyetlerin etkin
olarak koordinesi sağlanmalıdır.
(3) Suçluların önlenmesi için kamunun bilgi toplama ve değerlendirme
sistemlerinin güçlendirilmesi ve entegrasyonu sağlanmalıdır.
(4) İyi hal durumu nedeni ile şartlı tahliye edilenlerin iyi halinin takibini ve
sosyal hayata entegrasyonunu sağlayacak yasal düzenlemeler yapılmalıdır,
(5) Tanık ve mağdurların tehdit altında olduğu durumlarda korunmalarına
yönelik yasal düzenleme yapılmalıdır.
(6) Cezaevleri suçun öğrenildiği ve suç işlemede uzmanlığın sağlandığı yer
özelliğinden kurtarılmalı, hükümlülere doğru davranış öğretilerek, toplumsallaşma
becerileri geliştirilmelidir.
(7) Yerleşim alanlarının planlanmasında, özel olarak korunmaları ekonomik,
sosyal, siyasi ve askeri açıdan önem taşıyan kamu ve özel sektör
tesislerinin/binalarının koruma projeleri, güvenlik hizmeti gören kuruluşlarla işbirliği içerisinde planlanmalıdır.
(8) Çocukları suça, sokağa, çalışmaya ve madde bağımlılığına yönelten nedenler ortadan kaldırılmalıdır.
f .Kamu Yönetiminin İyileştirilmesi İçin Alınacak Tedbirler
(1) Bütün kamu kuruluşlarında performans yönetimi ve denetimi sistemine
geçilmeli ve yıl sonu itibariyle her kuruluşun performansını gösteren ve çözüm
önerilerini içeren bir "genel durum raporu" hazırlanması sağlanmalı ve bu
raporlardaki hususlar kurulusun ve personelin değerlendirilmesi ile kuruluşa
bütçe tahsisinde birinci derecede dikkate alınmalıdır.
(2) Kamu kuruluşlarında geleceğe dönük program ve proje oluşturabilecek,
yönetimi ve sistemleri geliştirebilecek, teknik kapasitesi yüksek personel ve
teknoloji donanımlı birimler kurulmalıdır.
(3) Hizmeti halka doğrudan götüren mülki idarenin ve yerel yönetimlerin
güçlendirilmesi etkili bir kamu yönetimi yapısının kurulması açısından temel
önemdedir. Bunu sağlamak üzere;
(a)Merkezi nitelikteki hizmetlerin taşrada Anayasada ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanununda yer alan il sistemine ve yetki genişliği ilkesine göre örgütlenmesi sağlanmalı ve aksi yönde düzenlemeler ortadan kaldırılmalıdır.
(b)Merkezi idare ile mahalli idareler arasında, üniten yapı içinde idarenin bütünlüğü ilkesine uygun olarak, görev, yetki, sorumluluk ve kaynak paylaşımı yeniden düzenlenmeli, bu doğrultuda merkezi yönetim tarafından sağlanmakta olan yerel nitelikteki hizmetlerin il özel idarelerinden başlamak üzere yerel yönetimlerin ve taşra birimlerinin yetki ve sorumluluğuna bırakılması sağlanmalıdır.
(c)İI özel idarelerine verilen görevleri ilçe düzeyinde örgütleyen ilçe yerel yönetimi modeli oluşturulmalı ve İlçe yönetimleri, bütçe olanaklarına kavuşturularak yerel kalkınmanın temel birimi olma işlevini üstlenmelidir.
(4)Bütün kamu personelinin işe alınması, meslekte yükselmesi, ücretlerin belirlenmesi, yönetimde performans sisteminin uygulanması gibi konuların
eşgüdüm içerisinde yürütülmesini sağlayacak kurumsal ve hukuki düzenlemeler yapılmalıdır.
(5)Tüm kamu kuruluşlarında görev tanımları ve norm kadrolar belirlenmelidir. Hizmet satın alınması ve sözleşmeli personel istihdamı suretiyle yaptırılabilecek işler tespit edilerek kadro veya pozisyon ihdasları buna göre yapılmalıdır.
(6) Kurumların üst kademe yöneticisi olarak kabul edilen kadrolarına atamalarda liyakat ve performans ölçütleri esas olacak ve bu kadroların hükümet değişiklerinden etkilenmemesini sağlayacak düzenlemeler yapılmalı, üst düzey kamu yöneticilerinin eğitileceği bir akademi kurularak üst düzey bütün yöneticilik görevleri için bu akademiyi bitirme zorunluluğu getirilmelidir.
(7)Yurttaşların kamusal bilgilere daha kolay erişimi ve kamu politikaları konusunda daha fazla ve daha etkili söz söyleyebilmelerine ilişkin mekanizmaların oluşturulması sağlanmalıdır. Bu amaçla yasal ve kurumsal düzenlemeler yapılmalıdır.
(8)Milli hedefler doğrultusunda faaliyet gösteren sivil toplum örgütlerinin her açıdan desteklenmeleri sağlanmalıdır.
(9) Temel kamu hizmetlerine, uzun vadeli strateji ve kalkınma planları doğrultusunda öncelikli, yeterli ve gerçekçi seviyede kaynak ayrılması sağlanmalıdır. Bu doğrultuda;
(a)İç güvenlik yönünden hassasiyet arz eden yörelerde eğitim-öğretim ve yaygın eğitim hizmetleri geliştirilmeli ve bu yörelerde özellikle eğitim-öğretim hizmetleri sınıfında yerli personel istihdamının önüne geçilmeli ve personelin bu yörelerde uzun süreli kalmasını özendirecek ilave tedbirler alınmalıdır.
(b)Sosyal nitelikli hizmetlerin bütün ülke düzeyinde ulaşılabilir ve kullanılabilir olması sosyal adalet ilkesinin gerçekleşmesini sağlayacak etkili bir araçtır. Bu hedef doğrultusunda bu alana yeterli kaynak aktarılmalı, yerel ve mülki yönetimler bu hizmetlere özel önem vermeli, özel sektörün, sivil toplum kuruluşlarının yoksullukla mücadele ve sosyal hizmet programlarında daha etkili bir şekilde yer almaları teşvik edilmelidir.
(c)Ülkemizde yaşanan hızlı nüfus artışı kamu hizmetlerinin yeterli düzeyde götürülmesinin önündeki engellerden birisidir. Hızlı nüfus artışının önüne geçilebilmesi için sivil toplum kuruluşları aracılığıyla etkili ve sürekli eğitim çalışmaları yürütülmelidir.
(10) Bölgelerarası gelişmişlik farklarının ve iç göçün azaltılması, ülkede sosyal ve ekonomik dengelerinin kurulabilmesi için büyük önem arz etmektedir. Bunun için birbiri ile bağlantılı tedbirlerin alınması gerekmektedir;
(a)Bölge planlaması uygulamasına geçilerek, bölge planlarının etkili bir şekilde uygulanması için plan bölge valilikleri kurulmalıdır.
(b)Bölge planlarına uygun olarak stratejik il gelişme planları yapılmalı, valiliklerin organizasyon yapısında bu planları yapacak ve uygulayacak düzenlemeler gerçekleştirilmeli, ilde yapılacak her türlü yatırım ve uygulamalar bu planlar dahilinde yürütülmelidir.
(c)Geri kalmış yörelerde özel sektör yatırımları teşvik etmek üzere doğrudan destek yerine girdilerin ve sigorta, vergi gibi maliyeti artıran unsurların subvanse edilmesi uygulaması etkinleştirilmelidir.
(d)Kırsal alanlarda görülen dağınık yapı buralara etkili hizmet götürülmesini engellemekte ve bu durum kırsal alanlardan göçü teşvik etmektedir. Bu sorunu gidermek üzere kırsal alan yerleşmeleri etkili hizmet üretilebilecek ölçekler dahilinde alan düzenlemesine tabi tutulmalı, kırsal alanlarda arazi toplulaştırılması, kadastro çalışmalarının bir an önce bitirilmesi sağlanarak, tarım arazilerinin bölünmesine ve vasfının değiştirilmesine izin verilmemelidir.
(e)Önemli boyutta işsizlik ile sosyal altyapı sorunları bulunan metropollerde gelişen varoş niteliğindeki yerleşimler, bir program dahilinde ortadan kaldırılmalı ve yeni varoşların oluşması engellenmelidir. Kaçak yapı taşmaya müsaade edilmemeli, kaçak yerleşimlere hiçbir kamu hizmeti götürülmemelidir. Metropollerin sorunlarına çözmeye yönelik olarak, etkili yönetim modelleri geliştirilerek uygulamaya konulmalıdır.



DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
İÇ GÜVENLİK YÖNETİMİNİN ETKİNLEŞTİRİLMESİ VE TEŞKİLATLANMA
Mevcut durum
Ülkenin iç güvenliğini ve asayişini, kamu düzenini ve genel ahlakı, Anayasada yazılı hak ve hürriyetleri korumak, sınır kıyı ve karasularını muhafaza ve emniyetini sağlama görevi; bakanlığa bağlı iç güvenlik kuruluşlarını idare etmek suretiyle İçişleri Bakanlığına verilmiştir.
İçişleri Bakanlığı, bu görevleri bağlı kuruluşları olan Jandarma Genel Komutanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Sahil Güvenlik Komutanlığı vasıtasıyla yürütmektedir.
Günümüzde toplumun sosyo-ekonomik ve politik yapısının değişmesi, nüfus hareketleri, suç ve suçluların tür ve mahiyet olarak değişmekte olması, teknolojik gelişmeler ve halkın güvenlik kuvvetlerinden beklentilerinin değişmesi çağımızda yeni mücadele stratejileri ve yöntemlerini gündeme getirmektedir.
Öte yandan ülkemiz, bulunduğu konum itibariyle çevresinde meydana gelen terör, yasadışı göç, insan kaçakçılığı, uyuşturucu ticareti ve uluslar arası örgütlü suçlardan doğrudan etkilenmektedir. Bu nedenle ülke güvenliğini tehdit eden suçlarla mücadele, bütün gelişmiş ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de iç güvenlik uygulamalarının daha etkin hale getirilmesini ve yeni mücadele stratejileri oluşturulmasını gerektirmektedir.
Bu kapsamda, güvenlik güçlerinin zaman ve mekan itibariyle her zaman ve her yeri kontrol ederek suç işlenmesini önleyebilecek ve işlenen suçlara el koyarak sanık ve delillerini en kısa zamanda adli mercilere teslim edebilecek bir hareket kabiliyetine kavuşturulması ana hedeftir.
Bu çerçevede, orta ve uzun vadede, asıl işlevi güvenlik hizmeti vermek olan iç güvenlik birimlerinin, çağın gerektirdiği modern teknolojik araç ve gereçle donatılmış, ilgili her konuda yeterli eğitimin alınmakta olduğu, katı merkeziyetçi yönetim ve örgütlenme biçiminden uzaklaşmış, esnek teşkilat yapısına sahip, hukukun üstünlüğünü esas alan, insan haklarına saygılı, halkla ilişkileri en üst seviyede tutan ve koordinasyonunun bir elden yürütüldüğü bir iç güvenlik yönetim yapısına kavuşturulması esas alınmalıdır.
Güvenlik birimlerinde yeniden yapılanma; yönetimin amaçları, hedefleri, görevleri başta olmak üzere sistemli bir inceleme ve araştırmaya dayanan, çağın öngördüğü teşkilatlanma kurallarına göre insanı ön plana alan, yenilikçi, öncü, değişimlere ve çağın gereklerine uyabilen bir kurum yapısı çerçevesinde olmalıdır.
Güvenlik birimleri; hukuk devleti ve demokrasi içinde insan haklarını önde tutan, halk merkezli, hizmeti halkın ayağına götüren, şeffaf ve etkin bir güvenlik hizmeti sunmalıdır.
Bütün bu sayılanları gerçekleştirebilmek için İçişleri Bakanlığı'nın, iç güvenlik alanında stratejiler belirleyen, planlar yapan, hedefleri koyan, uygulamada etkinlik ve verimliliği esas alan bir yapıya kavuşturulması gereklidir.

Bu doğrultuda;
-3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanununun 2. maddesine göre; iç güvenlik konularını sürekli izlemek ve değerlendirmek üzere İçişleri Bakanının başkanlığında oluşturulan 'İç Güvenlik Değerlendirme Kurulu'nun aktif hale getirilmesi sağlanmalıdır.
-İçişleri Bakanlığı Merkezi yasal Strateji ve fiziki yapılanmasını tamamlayarak İç Güvenlik Değerlendirme Kurulu'nun sekreterya görevini üstlenmelidir.
İç güvenlik hizmeti bölünmez bir bütündür. Dış güvenlik alanında olduğu gibi iç güvenlik hizmetlerinde de etkinliğin sağlanması için tek elden stratejiler belirlenmesi, plan ve programların yapılması ve uygulamaların da eşgüdüm içinde yürütülmesi bir zorunluluktur. Hizmet alanının niteliğine göre yine dış güvenlik hizmetlerinde olduğu gibi, farklı örgütsel yapılar kurulabilir. Ancak bu örgütsel yapılar üzerinde ve arasında yeterli ve etkili düzeyde tek elden yönetim ve koordinasyon sağlanması şarttır.
Ancak İç güvenlik alanında parçalı bir yapı söz konusudur. İç güvenlik ile ilgili görev yapan kuruluşların bazıları (MASAK, Gümrük Muhafaza) iç güvenlik hizmetinden sorumlu olan İçişleri Bakanlığı bünyesi dışında yapılanmıştır. Bu farklı örgütsel yapı ve bağlılık ilişkileri iç güvenlikte birtakım sorunlarıda beraberinde getirmektedir.
Avrupa Birliğine uyum sürecinde iç güvenlik mevzuatının ve yapılanmasının, Ulusal Programda öngörülen hedefler doğrultusunda düzenlenmesi amacıyla; İçişleri Bakanlığı Merkez teşkilatı. Jandarma Genel Komutanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Sahil Güvenlik Komutanlığı ve Avrupa Birliği Genel Sekreterliği arasında oluşturulacak işbirliği ile mevcut yasalar ve teşkilat yapıları AB mevzuatı ile uyumlu hale getirilmelidir.
Bu sebeple bütüncül ve etkili bir iç güvenlik yönetimi sağlamak üzere, kısa, orta ve uzun vadeli bir takvim çerçevesinde yeniden yapılandırılmalıdır. Bu hedef doğrultusunda;
-Emniyet ve asayiş hizmetlerinin yönetimi ve koordinasyonundan ülke genelinde İçişleri Bakanlığı, mahalli bazda ise mülki idare amirleri sorumlu olup, aksi yönde düzenlemeler kaldırılmalıdır.
-Gümrük Muhafaza Genel Müdürlüğü ve Mali Suçları Araştırma Kurulu Başkanlığı (MASAK) İçişleri Bakanlığına bağlanmalıdır.
-Mernis projesi (Merkezi Nüfus Sistemi), ülke genelinde ivedilikle hayata geçirilmeli, kimlik bildirme kanununu uygulanması sağlanmalıdır.
-Emniyet teşkilatı bulunmayan ilçe merkezleri ve belediyelerde, kademeli olarak ilçe merkezlerinden başlamak üzere Emniyet Teşkilatı kurulmalıdır.
Bu yeniden yapılanma sürecinde, mevcut yapı içerisinde güvenlik yönetiminde etkinlik ve koordinasyonu zaafa uğratacağı, ihtisaslaşma esasına göre organize olan güvenlik güçlerinin verimlilik ve motivasyonunu olumsuz yönde etkileyeceği, personelin özlük hakları itibariyle yeni sıkıntılar doğuracağı değerlendirilen "adli polis" gibi yeni güvenlik yapılanmalarından kaçınılmalıdır.
İç güvenlik birimlerinin asıl işlevi, önleyici güvenlik hizmetinin verilmesi, suç ve suçlulukla mücadeledir Bu doğrultuda;
-İç güvenlik birimlerine görevler yükleyen ve asli işlevlerini yerine getirmekten alıkoyan mevzuat gözden geçirilerek bu konuda gerekli düzenlemeler yapılmalıdır. Bu kapsamda güvenlik personelinin esas olarak güvenlik hizmetlerinde istihdam edilmesi sağlanmalı, güvenlikle doğrudan bağlantısı bulunmayan sosyal ve teknik bazı hizmetler sivil personel eliyle yürütülmeli veya özelleştirilmelidir.
İç güvenlik hizmetlerinin; 'objektiflik' ,'halka dönük olma', 'hizmeti halkın ayağına götürme' ,'önleyicilik kapasitesi gelişmiş olma' ilkeleri doğrultusunda yeni bir anlayışı geliştirmesi ve bu anlayışa paralel görev yapılanması gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Bu hedef doğrultusunda;
-Emniyet ve asayiş hizmetlerinin daha etkin ve çabuk sunulmasına yönelik olarak taşra yöneticilerine daha fazla yetki ve sorumluluk verilmesi esas alınmalıdır.
-Emniyet ve asayiş hizmetlerinin sunumunda halkın katılımının artırılmasına yönelik çalışmaların sürekliliğini sağlamak, vatandaşın istek ve şikayetlerinin süratle değerlendirilerek gözlemlenen aksaklıIkların giderileceği bir sistem oluşturulmalıdır.
-Güvenlik güçlerinin daha etkin ve verimli hale gelebilmesi için, atama, yer değiştirme, terfi ve zorunlu emeklilik sistemi objektif ölçüler içerisinde süreye ve liyakat sistemine dayandın imalı, eşit işe eşit ücret ilkesi gereğince güvenlik kuruluşları personeli arasındaki ücret dengesizliği giderilmelidir.
-Güvenlik hizmetlerinde etkinliği sağlamak amacıyla uzmanlaşma ve branşlaşmaya ağırlık verilerek bu çerçevede süreklilik sağlanmalıdır.
-İçişleri Bakanlığı ve bağlı birimlerince yayınlanan talimat ve genelgeler ile diğer kuruluşlarla yapılan protokoller her yıl sonunda değerlendirilerek, uygulamada kalıp kalmayacağı hususu İçişleri Bakanlığınca karara bağlanmalıdır.
-Önleyici kolluk anlayışı bütün kolluk güçlerine yerleştirilmeli, eğitim, görev anlayışı, yöntemler, mimari ve araç gereç bu çerçevede yeniden ele alınmalıdır. Bu doğrultuda güvenlik güçlerinde halen mekana bağlı çalışma düzeni olan karakol sistemi gerekli yerlerde mobil hale getirilmeli, yaya ve motorize devriye hizmetlerinin yaygınlaştırılması sağlanmalıdır.
-Güvenlik hizmetlerinin halkın ayağına götürülmesi yaklaşımı benimsenerek bu amaca yönelik gerekli yapı oluşturulmalıdır.
-Özel güvenlik uygulamalarının yaygınlaştırılması ve etkinleştirilmesi sağlanmalıdır.
-Yerleşim alanlarının planlanmasında, özel olarak korunmaları ekonomik, sosyal, siyasi ve askeri açıdan önem taşıyan kamu ve özel sektör tesislerinin/binalarının koruma projeleri, güvenlik hizmeti gören kuruluşlarla işbirliği içerisinde yapılmalıdır.
-Güvenlik görevlilerinden önemli bir bölümünün istihdam edildiği özel koruma uygulaması yeniden gözden geçirilerek sınırlandırılmalıdır.
-Terör ve organize suç örgütleri ile mücadele eden birimlerin etkinlik ve verimliliğinin artırılması için teknolojik gelişmeler takip edilerek, bu birimler gerekli araç, gereç ve ekipmanlar ile donatılmalı, uluslar arası boyutları olan suçlar ve suç örgütleriyle mücadele için nitelikli eleman yetiştirilmesi için mevcut yapı etkinleştirilmelidir.
-Güvenlik hizmetleri kapsamında yürütülen İstihbarat hizmetlerinin görev, yetki, sorumluluk ve diğer alanlara ilişkin düzenlemeleri, Avrupa Birliği Müktesebatı ile uyumlu hale getirilmelidir.
-Personelin bilgisini sürekli güncelleştirmesi ve kendisini yenilemesi amacıyla; hizmet içi eğitim, hizmet sırasında eğitim ve yurt içi ve yurt dışı özel eğitim programları, psikolojik ve sosyal içerikli olarak bütün personeli kapsayacak şekilde üniversitelerin ilgili bölümleri ile de kurulacak işbirliği çerçevesinde devamlılığı sağlanmalıdır. Gerektiğinde bu hizmet içi eğitimler Bakanlık koordinesinde etkinleştirilmelidir.

 
Service Desk Software
Service Desk Software Bu site Taraf Gazetesi ile ilgili haberlerin yer aldığı resmi olmayan bir blogtur. Taraf Gazetesiyle RESMİ HİÇBİR BAĞI YOKTUR